Dünya sizin olsun ister misiniz?
Bu soruyu yaşları 15 ile 70
arasında değişen belki yüzden
fazla kişiye sordum. Nihayetinde ‘evet’
diyen kimse olmadı.
Sizin aranızda da evet diyen
çıkacağını sanmam. Deseniz de, benim yüz
yüze görüştüklerimden önce ‘evet’ deyip
sonra ‘aman , ne yapacağım dünyayı” diyenlerden olacağınıza eminim.
Henüz, insan dünyanın tamamını isteyecek kadar
bencilleşmedi. Hatta, hepimiz ‘bütün dünya senin olsun, bir dost bir post yeter bana’ modunda yaşıyoruz. Küçücük şeyler istiyoruz. Belki de bu küçük şeylerde dünyalar gizli. Yoksa,
Dünyayı istemeyen bir çocuğun,
dünyayla değer açısından kıyas bile
edilemeyecek bir cep telefonu yüzünden ana babasını üzmesini,
Dünyayı istemeyen bir kocanın,
bir tabak yemek için kadına dünyayı dar
etmesini,
Dünyayı istemeyen bir kadının
basit bir ev eşyası için kocasının başını etini yemesini açıklayamayız.
Bu küçük şeyler parça bütün ilişkisinde de aynı.
Mesela, hiçbir sınır kavgası tarlanın
tamamı için çıkmamıştır. Al tarla senin olsun dense istemeyiz. Ama, kim bilir birkaç cm toprak kaç kişiye yaşamayı haram kılmıştır.
Kimse bir ormanın tapusunu
istemiyor. Ancak, bir ağaç kim bilir kaç ormana bedel olabiliyor. Kaç insanın canını
yakabiliyor.
Kimse, gece gündüz içelim
demiyor. Ancak, bir yudum alkol
gecemizi gündüzümüzü belirsiz edebiliyor.
Bir salise, bizi gece gündüz
içmek isteyen birileri yapabiliyor.
Kimse, dünyayı ben yöneteyim, dünyanın
kralı ben olayım, herkes bana itaat etsin demiyor. Ama, söylediğimiz küçük bir söz, basit bir hareketimiz öyle
algılanmamıza neden oluyor, dünyayı ayağa kaldırabiliyor.
Şimdi, Çin’de kanat çırpan bir
kelebeğin New York’ta nasıl deprem
oluşturabileceğini daha iyi anladık mı?
Fırtına için bir kaşık su
yetiyor hatta artıyor ise, iyi ki okyanusumuz yok.
İyi ki de dünyayı istemiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder