18 Haziran 2013 Salı

Dünyayı istemiyoruz ama ...




Dünya sizin olsun ister misiniz?

Bu soruyu yaşları 15  ile 70   arasında değişen  belki yüzden fazla kişiye sordum.  Nihayetinde ‘evet’ diyen  kimse olmadı.
Sizin aranızda da evet diyen çıkacağını sanmam. Deseniz  de,  benim yüz  yüze görüştüklerimden önce ‘evet’ deyip  sonra ‘aman , ne yapacağım dünyayı” diyenlerden olacağınıza eminim. Henüz, insan dünyanın tamamını isteyecek kadar  bencilleşmedi. Hatta, hepimiz ‘bütün dünya senin olsun, bir  dost bir post yeter bana’ modunda yaşıyoruz. Küçücük  şeyler istiyoruz. Belki de bu  küçük şeylerde dünyalar gizli. Yoksa,

Dünyayı istemeyen bir çocuğun, dünyayla değer açısından kıyas  bile edilemeyecek bir cep telefonu yüzünden ana babasını üzmesini,

Dünyayı istemeyen bir kocanın, bir tabak yemek için  kadına dünyayı dar etmesini,

Dünyayı istemeyen bir kadının basit bir ev eşyası için kocasının başını etini yemesini açıklayamayız.

Bu küçük  şeyler parça bütün ilişkisinde de aynı.

Mesela, hiçbir sınır kavgası tarlanın tamamı için çıkmamıştır. Al tarla senin olsun dense istemeyiz. Ama,  kim bilir birkaç cm toprak  kaç kişiye yaşamayı haram kılmıştır.

Kimse bir ormanın tapusunu istemiyor. Ancak,  bir ağaç  kim bilir kaç ormana  bedel olabiliyor. Kaç insanın canını yakabiliyor.

Kimse, gece gündüz içelim demiyor. Ancak,    bir yudum alkol gecemizi gündüzümüzü belirsiz edebiliyor.  Bir salise,  bizi gece gündüz içmek isteyen  birileri yapabiliyor.

Kimse, dünyayı ben yöneteyim, dünyanın kralı ben olayım, herkes bana itaat etsin demiyor. Ama, söylediğimiz  küçük bir söz, basit bir hareketimiz öyle algılanmamıza neden oluyor, dünyayı ayağa kaldırabiliyor.


Şimdi, Çin’de kanat çırpan bir kelebeğin New York’ta  nasıl deprem oluşturabileceğini daha  iyi anladık mı?

Fırtına için bir kaşık su yetiyor  hatta  artıyor ise, iyi ki okyanusumuz yok.

İyi ki de dünyayı istemiyoruz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder