Kral usulce gözlerini açtı, eşini her zamanki gibi uyuyor sandı. Oysa, o yanında değildi. Odasından dışarı çıktı, etrafta kimseleri göremedi. Baş danışmanına seslendi, cevap alamadı. “Muhafızlar” diye seslendi, kimse yoktu. Çocuklarının odasına baktı, her gün o saatte uyumaları gereken çocuklar sır olmuştu. Sarayda yüksek sesle “kimse yok mu” diye bağırdı. Aldığı yanıt sesinin yankısı oldu. Telefona sarıldı, eşini dostunu, bakanlarını aradı, bir muhatap bulamadı, kral. Kendinden başka koca sarayda kimse yoktu. Belki, bahçeye çıkmışlardır diye düşündü. Baktı, orada da kimseyi bulamadı. Kendinden habersiz yaprağın dahi kıpırdamadığını sandığı sarayında kimsecikler yoktu, kendinin de hiçbir şeyden haberi yoktu. Bu sabah kimseyi korkutamadı, kimseyi azarlayamadı. Tedirgin oldu, kral. Alışık değildi, bu sessizliğe. Bu saate kadar, birkaç kalp kırmış olurdu, bu gün olmadı. Şaşırdı kral. Herkes, etrafında pervane olurdu onun. Bu gün hiç kimse yoktu.
Dışarı çıkmaya karar verdi, korkak adımlarla bahçe kapısına geldi. Korkuyordu, çünkü alışık değildi yalnız yürümeye. Her gün etrafında onlarca koruma ile bu kapıdan dışarı çıkardı. Kapının hemen önünde ondan aman dileyenler, kralım çok yaşa diyenler olurdu. Bu gün ne korumaları, ne aman dileyeni, ne de şakşakçıları vardı kralın.
Sokağa çıktı, her yer bomboştu. Şimdi korkak, ürkek yürüdüğü sokakta kibrinden adeta yeri delecekmiş gibi yürürdü kral. Evler, sanki üstüne üstüne geliyordu. Halka konuşma yaptığı meydana geldi. Avazının çıktığı kadar bağırdı “kimse yok mu” diye, yine sesinin yankısını duydu. Herkes, ama herkes gitmişti. Her gün binlerce insanın alışveriş yaptığı, koştuğu, yürüdüğü bu meydan bomboştu. Esnaf dükkanlarını açık bırakmış, arabaların kontakları üstünde, adeta her şey krala bırakılmıştı. Meydan da birkaç tank gördü, tankın üstünde silahlar vardı . Bazen gücünü onlardan aldığını düşünürdü. Yalnızca “insan öldürmek” için icat edilen bu aygıtlara baktı. Aklına, muhalif güçler geldi. Sadece biraz daha özgürlük, biraz daha insanca yaşamak isteyen muhalifler. Kral, onları birer isyancı görüp onlar için görüldükleri yerde öldürülsünler emri vermişti. Kim bilir kaçı öldü diye düşündü, kral. Daha on gün önce kurşunlanan zavallı çocuğun görüntüleri gözleri önüne geldi sanki. Evine ekmek götürürken, vurulmuştu kralın adamları tarafından. Birden kralın yüreği sızladı. “Nerede bu insanlar?” dedi, zaman hayli geçmiş, epey yol almıştı. Tek bir insana dahi rastlamadı.
Arabalardan birine atladı, şehri biraz da arabayla dolaştı. Yine kimseyi bulamadı. Yakın şehirlerden birine doğru yol aldı. İnsan hariç her şey yerinde görünüyordu. Belki yüzlerce defa geçmesine rağmen uğramayı aklına getirmediği yol üstündeki çadırlar ilk defa dikkatini çekti. En son buradan giderken yağmur altında sırtında odun taşıyan yaşlı, kambur kadın geldi aklına, ona burun kıvırmıştı. Bari o buralarda olsa dedi. Tek bir insan sesi duyamamak rahatsızlık vermeye başlamıştı. Çadırlara doğru arabasını sürdü, baktı yol çok kötü inmek zorunda kaldı. Ne tuhaf !. Yıllardır buradan geçerim, ilk defa bu yolun bu kadar kötü olduğunu fark ettim dedi kendi kendine. Oysa, yolun hemen karşısındaki petrol zenginini hemen her gelişinde ziyaret ederdi. Yine önce o zengine uğramıştı, tabii o da yerinde yoktu. Daha doğrusu kimse yoktu. Düşünceler içerisinde çadırlara yaklaştı kral, belki birine rastlarım diye. Hayatı, bir de bu açıdan görmek tuhaf geldi, krala. O insanlar, yıllardır oradaydı ama onlardan bihaber yaşıyordu. Şimdi, bir ses, nefes duymak istedi kimse yoktu. Yokluk, yoksulluk krala biz buradayız diye bağırdı. Kral, utançla döndü oradan.
Arabaya bindi, sarayına doğru yol aldı. Ama bu sefer farklı bir yol kullandı. Bu kadar insan nereye kayboldu diye düşünürken, hapishaneyi ziyaret edeyim dedi. Pek yaptığı bir şey değildi, zindana attırdığı düşünce suçlularını hatırladı. Adamların pek de suçu yokmuş aslında, dedi kendi kendine. Danışmanlarını suçladı, kral. Hapishaneye baktı, zindana baktı. İn cin top oynuyordu. Koşarak çıktı oralardan. Vakit akşam olmuştu. Kral mecalsiz bir halde saraya döndü. Başka illeri, başka diyarları merak etti. Televizyonu açtı, bütün kanallar karıncalıydı. Kapattı televizyonu. Kral, karmaşık duygular içerisinde yatağına uzandı. Uyuya kaldı.
“ Dünyanın tek sahibi işte istediğine kavuştun, sonunda dünya bütün zenginliğiyle senin oldu. ” dedi bir ses.
Kral, “kim var orda” dedi.
“Tek başına dünyaya sahip olmak nasıl bir duygu, sevgili kralım” diye soruya soruyla karşılık verdi o ses.
Kral, “dünya da benden başka kimse yok mu?” dedi.
“Evet” , dedi ses.
“Obama, Sarkozy, Merkel, Erdoğan, Putin, Mübarek nerede?”
“Hepsini yanımıza aldık. Dünyayı en çok sen istiyordun. Senin, oldu. Şimdi, istediğin gibi atını oynatabilirsin dedi” ses.
Ama, ben böyle bir şey istemedim. Ama, lütfen….. Kral, konuştu kimse duymadı. Artık o sesi de duyamaz olmuştu. Bir insan sesine dünyaları vermeye razıydı, kral. Bağırdı, bağırdı, uyandığında kan ter içindeydi kral. Geçti, hepsi rüyaymış dedi. Eşini yine göremedi. Odadan dışarı çıktı, yine kimseleri göremedi. Avazının çıktığı kadar bağırmaya başladı. Ne olur bir ses verin! Neredesiniz? Kimse yanıt vermedi, aklını kaçırmak üzereydi, kral. Duvarları tekmeleye başladı, elleri kan olmuştu artık.
Gözlerini açtığında yanında beyaz önlüklü biri vardı, “kralım geçmiş olsun” dedi o kişi. Yataktan, düştünüz bir kolunuz, bir de bacağınız kırık.
Kral, eşini, çocuklarını görünce şükürler olsun dedi. , rüyasını, rüya içindeki rüyasını hatırladı. Hemen danışmanlarını çağırdı. O yaşlı kadından bahsetti. Çadırlara gitmek istediğini söyledi. Danışmanları, aman efendim yapmayın dese de kral onları dinlemedi. Yıllardır ihmal ettiği bu insanları görmek istedi. Yaşlı teyzenin yanına götürdüler, kralı. Elini öpmek istedi kral.
“Kimsin “ dedi yaşlı teyze. “deli misin, nesin yavrum!”
Kral, öptü elini. “Ben hizmetçinizim efendim” dedi. “Var mı bir emriniz?” “Sen yoksan ben hiçim” dedi. Çadır ahalisine dönerek “siz yoksanız ben bir hiçim” dedi.
Sonra kralın danışmanları, “siz yoksanız biz hiçiz” dediler.
Kral, mahkumların serbest bırakılmasını emretti. Televizyonda muhaliflere hitap etti. Ölen, öldürülen herkes için, özellikle de çocuklar için özür diledi. Onların geri getirilemeyeceğini ancak kalanların hiç değilse “insanca” yaşaması için elinden gayreti göstereceğinin sözünü verdi. Yanından ayırmadığı yaşlı teyze de buna kanıttı. Artık, sırtında odun taşımıyordu. Kral, ona komşu olmuştu. Ne zaman kral ona “sen yoksan ben hiçim” dese o da krala, “sen yoksan ben hiçim” diyordu. Ülke de herkes birbirine böyle demeye başladı. Farklılıklar anlam kazandı. Yıllardır sözü verilen reformlar kendiliğinden uygulanmaya başladı.
Ülke uyandı, ülkeye gerçek “bahar” geldi.
Yakın zamana kadar krala kızan, tepki gösteren dünyanın dört yanından liderler “geçmiş olsun” dileklerinin yanında tebrik mesajları yolladılar ona. Kendi ülkelerindeki sıkıntıları bir bir ortadan kaldırdılar. Oralarda da herkes birbirine “sen yoksan ben hiçim”, “varlığım seninle güzel” dedi.
Dünya uyandı, dünyaya “bahar” geldi.