17 Şubat 2012 Cuma

Uyanış



Kral usulce gözlerini açtı, eşini her zamanki gibi uyuyor sandı. Oysa, o yanında değildi. Odasından dışarı çıktı, etrafta kimseleri  göremedi. Baş danışmanına seslendi,  cevap alamadı. “Muhafızlar” diye seslendi, kimse yoktu. Çocuklarının odasına baktı, her gün o saatte uyumaları gereken çocuklar sır olmuştu. Sarayda yüksek sesle “kimse yok mu” diye bağırdı. Aldığı yanıt sesinin yankısı  oldu. Telefona sarıldı, eşini dostunu, bakanlarını aradı, bir muhatap  bulamadı, kral. Kendinden başka  koca sarayda kimse yoktu. Belki, bahçeye çıkmışlardır diye düşündü. Baktı, orada da kimseyi bulamadı. Kendinden  habersiz yaprağın dahi kıpırdamadığını sandığı sarayında kimsecikler yoktu, kendinin de hiçbir şeyden haberi yoktu.   Bu sabah kimseyi korkutamadı, kimseyi azarlayamadı. Tedirgin  oldu, kral. Alışık değildi, bu sessizliğe. Bu saate kadar, birkaç kalp kırmış olurdu, bu gün olmadı. Şaşırdı kral. Herkes, etrafında pervane olurdu onun. Bu gün hiç kimse  yoktu.
Dışarı çıkmaya karar  verdi, korkak adımlarla bahçe kapısına geldi. Korkuyordu, çünkü alışık değildi yalnız yürümeye. Her gün etrafında onlarca koruma ile bu kapıdan  dışarı çıkardı. Kapının hemen önünde ondan aman dileyenler, kralım çok yaşa diyenler olurdu.  Bu gün ne korumaları, ne  aman dileyeni, ne de şakşakçıları vardı kralın.
Sokağa çıktı, her yer bomboştu. Şimdi korkak, ürkek yürüdüğü sokakta kibrinden adeta yeri delecekmiş gibi yürürdü kral. Evler, sanki üstüne üstüne geliyordu. Halka konuşma yaptığı meydana geldi. Avazının çıktığı kadar bağırdı “kimse yok mu” diye, yine sesinin yankısını duydu. Herkes, ama herkes gitmişti. Her gün binlerce insanın alışveriş yaptığı,  koştuğu, yürüdüğü bu meydan  bomboştu. Esnaf dükkanlarını açık bırakmış, arabaların kontakları  üstünde,  adeta her şey krala bırakılmıştı. Meydan da birkaç tank gördü, tankın üstünde silahlar vardı .  Bazen gücünü onlardan aldığını düşünürdü. Yalnızca “insan öldürmek” için icat edilen  bu aygıtlara baktı.  Aklına, muhalif güçler geldi. Sadece biraz daha özgürlük, biraz daha insanca yaşamak isteyen muhalifler. Kral, onları birer  isyancı görüp onlar için görüldükleri yerde öldürülsünler emri vermişti. Kim  bilir kaçı öldü diye düşündü, kral. Daha on gün önce kurşunlanan zavallı çocuğun görüntüleri gözleri önüne geldi sanki. Evine ekmek götürürken, vurulmuştu kralın adamları tarafından.  Birden kralın yüreği sızladı. “Nerede bu insanlar?” dedi, zaman hayli geçmiş, epey yol almıştı. Tek bir insana dahi rastlamadı.
 Arabalardan birine atladı, şehri biraz da arabayla dolaştı. Yine kimseyi bulamadı. Yakın şehirlerden birine doğru yol aldı.  İnsan hariç her şey yerinde görünüyordu. Belki yüzlerce defa geçmesine rağmen uğramayı aklına getirmediği yol üstündeki çadırlar ilk defa dikkatini çekti. En son buradan giderken yağmur altında sırtında odun taşıyan yaşlı, kambur kadın geldi aklına, ona  burun kıvırmıştı. Bari o buralarda olsa dedi. Tek bir  insan sesi duyamamak  rahatsızlık vermeye başlamıştı. Çadırlara doğru arabasını sürdü, baktı yol çok kötü inmek zorunda kaldı. Ne tuhaf !. Yıllardır buradan geçerim, ilk defa bu yolun bu kadar kötü olduğunu fark ettim dedi kendi kendine. Oysa, yolun hemen karşısındaki petrol zenginini hemen her gelişinde ziyaret ederdi. Yine önce o zengine uğramıştı, tabii o da yerinde yoktu. Daha doğrusu kimse yoktu. Düşünceler içerisinde  çadırlara yaklaştı kral, belki birine rastlarım diye.  Hayatı, bir de  bu açıdan görmek tuhaf geldi, krala. O insanlar, yıllardır oradaydı ama onlardan bihaber yaşıyordu. Şimdi, bir ses,  nefes duymak istedi kimse yoktu. Yokluk, yoksulluk krala biz buradayız diye bağırdı. Kral, utançla döndü oradan.
Arabaya bindi,  sarayına  doğru yol aldı. Ama  bu sefer farklı bir yol kullandı. Bu kadar insan nereye kayboldu diye düşünürken, hapishaneyi ziyaret edeyim dedi. Pek yaptığı bir şey değildi, zindana attırdığı düşünce suçlularını hatırladı. Adamların  pek de suçu yokmuş aslında, dedi kendi kendine. Danışmanlarını suçladı, kral. Hapishaneye baktı, zindana baktı. İn cin top oynuyordu. Koşarak çıktı oralardan. Vakit akşam olmuştu. Kral mecalsiz bir halde saraya döndü. Başka illeri, başka  diyarları merak etti. Televizyonu açtı, bütün kanallar karıncalıydı. Kapattı  televizyonu.  Kral, karmaşık duygular içerisinde yatağına uzandı. Uyuya kaldı.
“ Dünyanın tek sahibi işte istediğine kavuştun, sonunda dünya bütün zenginliğiyle senin oldu. ”  dedi  bir   ses.
Kral, “kim var orda” dedi.
“Tek  başına dünyaya sahip olmak nasıl bir duygu, sevgili kralım” diye soruya soruyla karşılık verdi o ses.
Kral, “dünya da benden başka kimse yok mu?” dedi.
“Evet” , dedi ses.
“Obama, Sarkozy, Merkel, Erdoğan, Putin,  Mübarek nerede?”
“Hepsini yanımıza aldık. Dünyayı en çok sen istiyordun. Senin, oldu. Şimdi, istediğin gibi atını oynatabilirsin dedi” ses. 
Ama,  ben  böyle bir şey istemedim. Ama, lütfen….. Kral, konuştu kimse duymadı. Artık  o sesi de duyamaz olmuştu. Bir insan sesine dünyaları vermeye razıydı, kral.  Bağırdı, bağırdı, uyandığında kan ter içindeydi kral. Geçti, hepsi rüyaymış dedi. Eşini yine göremedi. Odadan dışarı çıktı, yine kimseleri göremedi.  Avazının çıktığı kadar bağırmaya başladı. Ne olur bir ses verin!  Neredesiniz? Kimse yanıt vermedi, aklını kaçırmak üzereydi, kral. Duvarları tekmeleye başladı, elleri kan olmuştu artık.
Gözlerini açtığında yanında beyaz önlüklü biri vardı, “kralım geçmiş olsun” dedi o kişi. Yataktan, düştünüz bir kolunuz, bir de  bacağınız kırık.
Kral, eşini, çocuklarını görünce şükürler olsun dedi. , rüyasını, rüya içindeki rüyasını hatırladı. Hemen danışmanlarını çağırdı. O yaşlı kadından bahsetti. Çadırlara gitmek istediğini söyledi. Danışmanları, aman efendim yapmayın dese de kral onları dinlemedi. Yıllardır  ihmal ettiği bu insanları görmek istedi. Yaşlı teyzenin yanına götürdüler, kralı. Elini öpmek istedi kral.
“Kimsin “ dedi yaşlı teyze.  “deli misin, nesin yavrum!”
Kral, öptü elini. “Ben hizmetçinizim efendim” dedi. “Var mı bir  emriniz?” “Sen yoksan ben  hiçim” dedi. Çadır ahalisine dönerek “siz yoksanız ben bir hiçim” dedi.
Sonra kralın danışmanları, “siz yoksanız biz hiçiz” dediler.
Kral,  mahkumların serbest bırakılmasını emretti. Televizyonda muhaliflere hitap etti. Ölen,  öldürülen herkes için, özellikle de   çocuklar için özür diledi. Onların geri getirilemeyeceğini ancak kalanların hiç değilse “insanca” yaşaması için elinden gayreti göstereceğinin sözünü verdi. Yanından ayırmadığı yaşlı teyze de buna kanıttı. Artık, sırtında  odun taşımıyordu. Kral, ona komşu olmuştu. Ne zaman kral ona “sen yoksan ben hiçim” dese o da krala, “sen yoksan ben hiçim” diyordu. Ülke de herkes  birbirine  böyle  demeye başladı. Farklılıklar anlam kazandı. Yıllardır sözü verilen reformlar kendiliğinden uygulanmaya başladı.
Ülke uyandı, ülkeye gerçek “bahar” geldi.
Yakın zamana kadar krala kızan, tepki  gösteren dünyanın dört yanından liderler “geçmiş olsun”  dileklerinin yanında tebrik  mesajları yolladılar ona. Kendi ülkelerindeki sıkıntıları bir  bir ortadan kaldırdılar. Oralarda da herkes birbirine “sen yoksan ben hiçim”, “varlığım seninle güzel”  dedi.
Dünya uyandı, dünyaya “bahar” geldi.

5 Şubat 2012 Pazar

Öğrenmeyen Öğrenci mi Öğretmeyen Öğretmen mi?

“Öğrenemeyen (geri zekalı) öğrenci yoktur, öğretemeyen öğretmen vardır” sözünün  hemen herkesin zihninde bir takım fikirler oluşturduğunu tahmin edebiliyorum. Kimi doğru söz derken, kimi olmaz öyle şey, öğrenmede  öğrencinin payı da vardır  diyerek itiraz eder. Bu söz genelde,  akademik çevreler tarafından kullanılırken öğretmenlik  mesleğini hiç icra etmeyen kimseler tarafından hemen  benimsenir. Öğretmenler ise, çalıştıkları okula göre  tavır sergiler.

 Tam Öğrenme  Modeli’nde bir cümle olarak  geçen bu ifade üzerine  epey yazı yazılmış, epey   söz söylenmiş ancak akademik makaleler hariç hiç biri de Bloom’un kastettiğiyle alakalı değil. Bloom’a  göre,  ön koşullar oluştuktan sonra “Öğrenemeyen  öğrenci yoktur, öğretemeyen öğretmen vardır “.  Nedir  bu ön koşullar?

Öğrenci niteliği, ilgi, yetenek,  hazır bulunuşluk, fiziksel koşullar vesaire.

 Bloom, bu koşullar oluşsa bile öğrenmenin tüm öğrencilerde aynı anda gerçekleşemeyeceğini belirtirken, tekrarın faydasına değinir.

Olay bizdeki  gibi  “hocam al bu çocuğu adam et” demek değil. (Kaldı ki adam olmak sadece okullarda olan bir  şey de değil.)

Çocuğun ilgisini gözlemlemeden, ne olmak istediğini sormadan, sorsak yanıt alsak bile   karar değiştirme ihtimali düşünülerek hep aynı programı çocukların önüne koymak değil.

Evet öğrenemeyen öğrenci yoktur, illa ki her öğrencinin öğreneceği bir şeyler vardır. Aynı zamanda her öğretmenin, hatta en kötüsünün bile öğreteceği bir şeyler vardır. Öğrenilecek şeyler de elbet birileri tarafından öğrenilmek için vardır. Ancak, temel bazı   şeyleri herkes öğrensin diye (ki öğrenilmiyor) o konuda bilim adamı olacak kimselerin önünü kesmenin anlamı yok. Demem o ki, Türkçe, Matematik, Fizik, Kimya, Coğrafya, Tarih, İngilizce, Müzik, Resim vb. derslerin tamamı  öğrenilmeye değer olabilir. Zaten hemen her sınıfta bu dersleri öğrenecek öğrenciler de var. Öyleyse, bu dersler öğrenmek isteyen öğrenciye ders sayıları arttırılarak verilmeli, öğrenmek istemeyene de verilmemeli.  “Bunun da tadına   bakın” misali programa  konulan  derslerde öğrencisinin adını öğrenemeyen öğretmenlerin sayısı hiç de az değil. İşin daha da ilginci, öğretmeninin adını bilmeyen öğrenciler de var.

Mevcut sistemde, hiçbir şekilde  matematik öğrenmek istemeyen/öğrenemeyen öğrencilerle matematik tutkunu öğrenciler  aynı sınıfta  tutulmakta. Bu diğer dersler için de geçerli. Dolayısıyla, öğretmen ne kadar idealist  olursa olsun girdiği sınıflarda işini icra edemiyor, bunun mutsuzluğunu yaşıyor. Aynı şekilde, öğrenci hiç sevmediği bir  dersi dinlemek zorunda kalıyor.  Bu gün “ders” öğretmenle  öğrenci arasında iletişim engeli oluşturmaktadır. Hiçbir  şey  öğretemeyeceğini/ öğrenmeyeceğini bile bile  derse giren öğretmenden/öğrenciden iyi  bir performans beklenebilir  mi?

Günümüzde eğitim adına yapılanları görmezden gelmek nankörlük olur. Özellikle, yapılan derslikler, Fatih projesi kapsamında sınıflara konulması planlanan akıllı tahtalar ve öğrencilere dağıtılacak  tablet  bilgisayarlar. Ancak, eğitimin en önemli iki unsuru öğrenci  ve öğretmenin yukarıdaki bahsi geçen sorunları çözüme kavuşmazsa hayal kırıklığı yaşarız.

Son söz,   erik ağacından asla kiraz toplanmaz. Kedi, asla aslan doğurmaz.



2 Şubat 2012 Perşembe

Gazoz Etkisi

Su sanılarak içilen gazozun etkisi anlaşılmaz yaşanır türden. Bunu yaşayanlar anlatamaz, dilde başlayan garip tadın beyne ulaştığı halinin tarifi imkansızdır. Beyin, “susadım” demesine karşılık olarak alamadığı su tadına mı yansın yoksa aldığı gazoz olmayan gazoz tadına mı? Muammanın adıdır bu. Yaşayan bilir.

Yaşamayanlara tarife gelince. Başta bunun anlatılmaz yaşanır olduğunu belirtmiştim. Kelimelerin kifayetsiz kalacağını bilerek zor işe başlıyorum.
Bir basamak daha var sanarak boşa attığınız adımın merdiven başında size verdiği histir gazoz etkisi. 

Çocukluk arkadaşlarımın evrensel hayallerinin ceplerinde tükendiğini görmek. Onların bir meslek, bir eş, bir ev, bir araba sahip olmakla her amaçlarına ulaştığını sanması, idealizmlerini bunlara satması. İşte senin isteğin bunlardı diyen popülizmin diretmelerine karşı teslim bayrağını açmalarının adıdır gazoz etkisi.

Mahsulüne sigorta yaptıran, gariban, saf, yiğit, delikanlı bildiğim köylünün dolu yağıyor, daha doğrusu emeksiz cebimi dolduracağım, diye göbek atmasının adıdır gazoz etkisi. 

Gazoz etkisi, ataması çıkan memurun ilişiğinin kesilmesini istemesine karşılık, sana ihtiyacımız var, hem ben devletimi, milletimi zarara uğratamam diyen amirin, memurun ısrar etmesi üzerine rapor al diyerek kendini hesap vereceği mercilere karşı garanti alma çabasının adıdır. Meğer, devlet de millet de kendisi imiş.

Vatanını çok sevenlerin, iş başa düştüğünde şuradan öte gitmem demeleri ya da oraya bayrak dikenin gelmişine geçmişine sayıp sövmeleridir gazoz etkisi.

Gazoz etkisi, aylarca çalışarak kendince çok önemli fikirler ortaya koyduğun tez sunumunda, nokta, virgül konuşmaktan fikirlerine dair asla bir şey söylenmemesidir. Gazoz etkisi, akademisyenin akademisyenliği salt makale yazmak saymasıdır. Bunu çok büyük ihmalle de İngilizceden yapmaktır. Bazen, gazoz etkisi Türk profesörün yazdığı İngilizce makaleyi yüksek lisans öğrencilerine Türkçemize çevirttirmesidir. Gazoz etkisi, bazen çok saydığımız akademisyen beylerin, olağanüstü düşüncelerle dolu makalelerine ”so, as a result, therefore, hence thus, thereby, consequently” gibi üç aşağı beş yukarı aynı anlamı taşıyan kelimelerden hangisini kullanacağına dair yarım gün mesai harcamasıdır. 

Bu dershane, başkalarına benzemez, burası bir eğitim kurumu diyenlerin aslında en sinsi, en okumuş “eğitim tüccarları” olduğunu öğrenmektir gazoz etkisi. Üçkağıtçılığın, profesyonellik olarak yutturulmaya çalışılmasıdır gazoz etkisi. 

Gazoz etkisi, kahvehanesini kapatıp başka bir yerde “Okuma Salonu” açan zavallı kahvecinin vali beyle bir türlü görüşememesidir. Daha da acısı, görüşülen vali yardımcısının sen her masaya kitap koymak yerine 52 kağıdı koysan daha iyi olurdu demesidir.
Gazoz etkisi, dava adamı diye okuduğum köşe yazarının, niçin yazıyorsunuz sorusuna Fransız Moliere’ in şu tuhaf sözüyle yanıt vermesidir. 

“Yazmak Fahişelik Gibidir. Önce Zevk, Sonra Birkaç Dost, Nihayet Para Için Yapılır.” 

Gazoz etkisi, kollarını sıvadığında abdest alacak diye içinden “helal” dediğin çocuğun abdest alırken arkadaşlarına o günkü sınavda kopya çektiğini anlatmasıdır. 
Namazı huşu içinde kıldığını anlatan amcanın aynı muhabbet içerisinde araba almak için uygun faiz oranlarıyla kredi çektiğini anlatmasıdır gazoz etkisi. 
Gazoz etkisi, hep şikayet ettiğimiz sistem sorunlarına çözüm olsun diye seçtiklerimizin dönüp sistemi bize şikayet etmesidir. Gazoz etkisi, bu paragrafta bahsi geçen zevatın zaman zaman kavga etmeleri, zaman zaman küfür etmeleridir. 
Gazoz etkisi, şaşırmak, şok olmak, hayal kırıklığına uğramaktır. Nitekim , gazoz etkisi şöyle bir ağız tadıyla gazoz içmek istediğinde gazoz yerine aldığın su tadıdır. 
Peki ne öğrendim gazoz etkisinden? Herkesin çaresiz, zavallı olduğunu öğrendim . Acıdıklarımın fırsat kolladığını, ulaşılamaz sandıklarımın matruşka bebekleri gibi yaklaştıkça küçüldüğünü gördüm. Nitekim, herkesin “insan” olduğunu gördüm.