25 Haziran 2013 Salı

Unuttuğunuz Halk



Bir grup diyor ki:
“Biz elitiz,  entelektüeliz, birikimliyiz, okuyoruz, yabancı dil biliyoruz. Bu ülke de , demokrasi, özgürlükler konusunda sıkıntılar var. Bunu homojen bir grup olarak iddia etmiyoruz. Biz, Türk’üz, Kürt’üz, Ermeniniz, Aleviyiz, Suniyiz, genciz,  yaşlıyız. New York Times’ta tam sayfa reklamımız çıktı, bütün gelişmiş ülkeler davamızı haklı görmekte çünkü biz halkız.”
Kısmen haklısınız.

Diğer bir grup diyor ki:
“Biz seçilmişiz, bakın burada % 50 var. Seçimle  geldik, eğer beğenmiyorsanız seçimle yollarsınız. Türkiye’de demokrasi en çok bizimle mesafe kat etmiştir. Özgürlükler en çok bizimle genişletilmiştir. Bizi çekemiyorlar. Dış mihrakların oyununa gelmeyin. İş  birlikçilerden olmayın. Bu oyunu biz bozarız, çünkü biz  halkız.”

Kısmen siz  de haklısınız.

Her iki grup da   kısmen haklı. Çünkü, her iki grup da kısmen halk. Her iki grubunda  unuttuğu bir halk var ki, onlar her iki halkın, nüvesini, özünü oluşturuyor.

Onlar, Adana Saimbeyli’nin Yardibi Köyü’nde. Sene boyu emek ettikleri kirazlarını 10 kuruş daha fazlaya nasıl satarız  diye kara kara  düşünürler.
Onlar, Antalya Kemer Moonlight Beach’te turistler daha rahat denize girsinler diye güneşten yanmamak için yüzler   peçeli  yabani  ot temizlemekte.
Onlar, Bingöl Şerafettin dağlarında bir yanda hayvanlarını otlatırken diğer yanda hayvanlarının kışlık yiyeceklerini hazırlamakta.
Onlar, Kastamonu Tosya Karadere’de orman işçişi.
Onlar, Diyarbakır’da karpuz, Edirne’de  ayçiçeği tarlasındalar.
Onlar, kapıcı, temizlikçi, bulaşıkçı, lağımcı.
Onların elleri nasırlı,  çatlak. Yüzlerini poyraz vurmuş.

Onlar sizin gibi okuyamadılar, ama siz okuyun diye varlarını yoklarını size yolluyorlar. Siz okuyun,  vatana  millete faydalı olun diye bu  sıkıntıyı   çekiyorlar. Siz okumuşsunuz ya, gidin anlatın  onlara, kim anlatsa ona “haklısın” diyeceklerdir. Çünkü, size inanır onlar. Ama, sizin  gibi sokağa çıkamazlar, miting alanlarına koşamazlar. Bir gün iş bırakmaları demek hepimizin rahatının bozulması demek. Onlar bir gün iş bıraksalar, ben şurada rahat rahat şu yazıyı yazamam. Siz, sokaklara çıkamazsınız.

Onlar bu mevcut düzenin emekçileri. Acaba, dilinizden düşürmediğiniz özgürlükler, demokrasi, getirmeyi planladığınız her hangi bir rejimde onlara yer var mı? Yoksa, lütfen gölge etmeyin. 

23 Haziran 2013 Pazar

Kur’an’da Aile Modelleri


“İnsanlık tarihi kadar geçmişe sahip olan aile kurumu her din ve milletlerde var olmuştur. Toplumların sahip oldukları inanç şekillerine göre şekillenmiş ve zaman içerisinde gelişmelere göre değişiklikler göstermiştir” diyerek ‘Kur’an ‘da Aile Modelleri’ isimli eserine  giriş   yapan Yrd. Doç. Dr. Hüseyin  Çelik, Yahudilik, Hristiyanlık, Sabiilik, Manihezim,  Bahailik, Cahiliye dönemi Arap Toplulukları ve Eski Türklerde aile konusuna kısaca değindikten sonra Kur’an’da aile modellerini özüne uygun bir şekilde incelemiş.

“Aile, hayatın cenneti, ebedî cennetin de başlangıcıdır. Aile, insanoğlunun içinde doğduğu, büyüdüğü ve ilk eğitimini aldığı en küçük sosyal topluluk olmasına rağmen toplumların temelinde en büyük role sahiptir.” Üstelik,  Aile bir saadet, bir zenginlik sebebidir.
 “Bu yüzden Kur’ân evliliği teşvik eder. Evliliğin sağlam temeller üzerine bina edilmesini ve evlilik müessesesinin devamı için iki tarafın birbirlerine adaletli, ahlaklı ve olgun davranmalarını emreder. Evlilik dışı birliktelikleri yasaklar, yasağa uymayanların ise en ağır şekilde cezalandırılmalarını ister. Yine kadın ve erkeğin iffetli olmalarını, kendileri ile nikâhlanabilecekleri erkeklerle çekici bir edâ ile konuşmamalarını da emreder.”

“Kur’ân, ailenin fonksiyonlarını, aileyi meydana getiren fertlerin birbirlerine karşı görev ve sorumluluklarını zikretmenin yanında örnek aile yapılarından da sık sık bahseder. Bu örnekler içerisinde hem olumlu hem de olumsuz olanları zikreder. Bir peygamberin aile yapısını ve yaşam tarzını baştan sona anlatmak yerine değişik peygamberlerin değişik yönlerini zikreder. Kur’an’da Âdem (as)’in oğullarından Kâbil’in Hâbil’e karşı tutumu ile Yusuf (as)’un kardeşlerinin kendisine karşı sergilemiş oldukları tutumları olumsuz kardeş ilişkisine örnek teşkil ederken Musa (as)’nın kız kardeşinin tavrı ise olumlu model olarak zikredilir. Nuh (as) ile Lut (as)’un hanımları inanç noktasında uyumsuz eşlere örnek olurken, Eyyüb (as) ve Zekeriyya (as)’nın eşleri gibi bazı hanımlar inanç noktasında uyumlu eşlere örnek olmuşlardır. Mısır azizinin hanımı Züleyha iftira atan bayan olarak dikkat çekerken, Hz. Aişe ise iftiraya uğraması ile dikkat çekmiştir.

Adeta Kur’ân’da aile yapıları ile anlatılan bölümleri bir araya getirdiğimiz zaman karşımıza biri olumlu diğeri de olumsuz olmak üzere iki ayrı aile yapısı çıkar. Bir ailenin bütün fertleri inanç noktasında tamamen olumlu veya olumsuz olabildikleri gibi bazen anne olumlu baba olumsuz veya baba olumsuz anne olumlu olabilmekte, bazen de anne baba olumlu evlatlar olumsuz ya da evlatlar olumlu anne-baba olumsuz olabilmektedir. Kur’ân bu farklı yapıları anlatarak aile içindeki konumlarına ve aile yapılarına göre evli çiftlere rehberlik etmektedir.”

Hz. Adem (as) ve Hz. Hava’dan başlayıp Hz. Eyüp (as), Hz. Zekeriya (as), Hz. İbrahim (as) Hz. Yakup  ( as) gibi örneklerlerle devam ederek  peygamber efendimizi (sav)  de örnek aile yaşantısı ile anlatan “Kur’an Aile  Modelleri”  bir çırpıda okuyup bir kenara atılacak bir kitap değil. Her defasında  müracaat edeceğiniz, müracaat  ettiğinizde yeni şeyler öğreneceğiniz ve asla sıkılmayacağınız bir kitap.

Yayınevi yayıncılıkta bulabileceğiniz bu emek dolu eseri bize sunan,  Gaziosman Paşa Üniversitesi ilahiyat Fakültesi öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Çelik’e  teşekkür eder,  onun başarılarının devamını dilerim. 

18 Haziran 2013 Salı

Dünyayı istemiyoruz ama ...




Dünya sizin olsun ister misiniz?

Bu soruyu yaşları 15  ile 70   arasında değişen  belki yüzden fazla kişiye sordum.  Nihayetinde ‘evet’ diyen  kimse olmadı.
Sizin aranızda da evet diyen çıkacağını sanmam. Deseniz  de,  benim yüz  yüze görüştüklerimden önce ‘evet’ deyip  sonra ‘aman , ne yapacağım dünyayı” diyenlerden olacağınıza eminim. Henüz, insan dünyanın tamamını isteyecek kadar  bencilleşmedi. Hatta, hepimiz ‘bütün dünya senin olsun, bir  dost bir post yeter bana’ modunda yaşıyoruz. Küçücük  şeyler istiyoruz. Belki de bu  küçük şeylerde dünyalar gizli. Yoksa,

Dünyayı istemeyen bir çocuğun, dünyayla değer açısından kıyas  bile edilemeyecek bir cep telefonu yüzünden ana babasını üzmesini,

Dünyayı istemeyen bir kocanın, bir tabak yemek için  kadına dünyayı dar etmesini,

Dünyayı istemeyen bir kadının basit bir ev eşyası için kocasının başını etini yemesini açıklayamayız.

Bu küçük  şeyler parça bütün ilişkisinde de aynı.

Mesela, hiçbir sınır kavgası tarlanın tamamı için çıkmamıştır. Al tarla senin olsun dense istemeyiz. Ama,  kim bilir birkaç cm toprak  kaç kişiye yaşamayı haram kılmıştır.

Kimse bir ormanın tapusunu istemiyor. Ancak,  bir ağaç  kim bilir kaç ormana  bedel olabiliyor. Kaç insanın canını yakabiliyor.

Kimse, gece gündüz içelim demiyor. Ancak,    bir yudum alkol gecemizi gündüzümüzü belirsiz edebiliyor.  Bir salise,  bizi gece gündüz içmek isteyen  birileri yapabiliyor.

Kimse, dünyayı ben yöneteyim, dünyanın kralı ben olayım, herkes bana itaat etsin demiyor. Ama, söylediğimiz  küçük bir söz, basit bir hareketimiz öyle algılanmamıza neden oluyor, dünyayı ayağa kaldırabiliyor.


Şimdi, Çin’de kanat çırpan bir kelebeğin New York’ta  nasıl deprem oluşturabileceğini daha  iyi anladık mı?

Fırtına için bir kaşık su yetiyor  hatta  artıyor ise, iyi ki okyanusumuz yok.

İyi ki de dünyayı istemiyoruz.


16 Haziran 2013 Pazar

Bizim mahallede baskı yok



Önce size küçük ama yelpazesi büyük bir mahalleden bahsedeceğim. Aslında mahalle değil ama öyle kabul edelim. Bu mahalle akrabalarım başta olmak üzere  tanıdığım herkesi kapsıyor. 
Bu  mahallede Türk, Kürt, Arap, Çerkez, suni, alevi herkes var.  
Bu  mahallede ana baba ibadet eder ama çocuk ibadetin yanından bir bayramlarda geçer.
Çocuk, ana ibadet eder, baba her gün  içmese duramaz.
Ana kapalı, kızlar açık. Kızlar kapalı ana açık.
Kızlardan biri açık, diğeri kapalı. 
Baba koyu solcu oğul aşırı sağcı.
Baba Ak  Partili oğul Chp’li.
Arkadaşlardan  biri ülkücü diğeri, diğeri solcu.
Sakallısı var, küpelisi var.
 Daha farklı çok şey bulabilirsiniz.

Bu mahallede   duyduğum tek baskı olayı: “Dayının” kapanan yeğeninin başörtüsünü zorla almaya  çalışması. Buna da epey zaman oluyor. Akraba ortamında gülüşmelerle tatlıya bağlanmış o da.  Hafızamı zorluyorum, baskı oldu mu  diye çocukluğumda rakı sofrasındaki amcalar kafayı bulunca çocukları içki içmeye zorlarlardı.  Ayılınca kendileri de yaptıklarından utanırlardı, “hadi ya, öyle   mi yaptım” diyerek.

Bu mahallede bazen anne babaların çocuklarını namaza davet ettiklerini duyarım. Evladım namazını kılsan iyi olur türünden ifadelerle. Bu mahallede, futbol, sinema, açık açık konuşulurken,   şarkı, türkü söyleyip, fıkra anlatıp eğlenilirken, siyaset, din konularına  pek girilmez. Zira, her ikisi de, hararetli tartışmalara sebep olduğundan  mahalle sakinleri birbirleri hakkındaki fikirleri gıyaben sunarlar.  Dindarlar, içenler için “bunlar iflah olmaz, Allah bunları ıslah etsin derken, kendileri için “yobaz bunlar, örümcek beyinliler” gibi ifadeler kullanılır.
Bütün bu fikir ayrılıklarına rağmen, onlar birbirlerini tatlı, düğün, nişan gibi merasimlere davet ederler.  Bir cenaze olduğunda en kötü ihtimal, koltuk  altına kıstırılan bir kilo bisküvi, bir kilo lokumla cenaze sahibine baş sağlığı dilenir. Hiçbir şey,  acı tatlı günde bir olmaya engel olmaz bu  mahallede.

Hani  deniliyor ya,   özel hayatımıza  müdahale ediliyor. Mahalle de özel hayata müdahale edecekse akrabalar eder, değilse en yakın aday komşu olur. Bu mahallede tuhaf ama komşular birbirine selam vermekten aciz. Baskı  yapmak nere, komşu nere!
Anlayacağınız bizim mahalle  de baskı yok. Başka mahalleleri merak ederken, geçen hafta Ankara’ya yaptığım yolculuk bu merakımı gidermeme hayli yardımcı oldu. İnsanların tiplerinden ne olduğunu tabii ki  bilemeyiz ancak açıklık, kapalılık, sakal  ve küpe boyutuyla şartlar bizim mahalledekine benzer.
Otobüste, (Adana – Ankara firmaları 10  sene önce gördüğüm namaz saati odaklı doğu firmalarına hala ulaşamamış.) metro da benzer sahneler. Kızılay’da hayatımda görmediğim kadar aynı anda birahanede içen adam gördüm.  Yarım saat Güven Park’ta  oturdum, etrafı  izledim. Herkes, kendi halinde. Kimse kimseye öte git demiyor. Bayanların en az % 80’i açık. Açık , kapalı,  güle oynaya dolaşabiliyor.
Biri geçen yaz olmak üzere iki bakanlığa gittim, durum çok farklı değil.
Devletin okulları, hastaneler yine öyle. Dileyen dilediği gibi yaşıyor.
Kiminiz çizdiğim tabloyu aynen onaylarken, kiminiz itiraz edip bu tabloya “hadi oradan “  diyeceksiniz.
Siz  ne düşünürsünüz bilmem, ama bence bu mahallede  baskı yok.  Mahalledeki farklılıklar kadar hak ve doğru da yok. Özgürlükler, kadar da hak ve doğru yok. Birimiz yanlışız, bunu kabul etmemiz lazım.  Doğruya ulaşmak  için birbirimizi samimi bir şekilde dinlememiz şart. Ancak, son “TBMM’deki  yapılan alkol düzenlemesi,  ‘ahlak kurallarına uyalım’ anonsu ve Gezi Parkı hadisesi” gösteriyor ki: Bizim birbirimizi dinlemeye  tahammülümüz yok.



10 Haziran 2013 Pazartesi

Küçük dünyamdan notlar


Ben sizler gibi büyük çevrede büyümedim. Dört bir yanı dağlarla çevrilmiş bir köyde doğdum. Bayır bir yamaçta durduğumda önüme baksam ufkum  200 metre, ardıma baksam 2 metreyi geçmezdi. Dik yamaçların, sarp kayalıkların olduğu ,  Adana’da olmasına rağmen kışın çok sert  geçtiği bir köy burası.  Karla ilgili anıları anlatmaya başladığımda yalan konuşuyormuş gibi dinlenildim hep. Adana’ya kar mı yağar derdi herkes. Akdeniz bölgesinde ama benim köyüme hep  kar  yağar. Zaman zaman, kardan  elektriklerin kesilip,  yolların kapandığı bile olur. Sert iklim koşulları, belki mizacımı da sert yapmıştı. İmkanların kısıtlı olduğu bu köyde, belki fikirlerde dar oldu hep.

Çocukluğum, televizyon haberleri karşısında okuma yazma bilmeyen annemin “Kürt denilince tüylerim diken diken oluyor, Kürtlerden nefret ediyorum” söylemlerini duymakla geçti. Bu köy de, Kürtlere, Alevilere küfür etmek zaruri bir ihtiyaç gibi algılanırdı. Allah affetsin ben de o ihtiyacı gördüm. Bu üniversiteyi bitirmem ve 2003 ‘te öğretmen olmama kadar devam etti. . Üniversiteye gittiğimde, Eskişehir ülkü ocaklarında Kürt Fatih diye bir arkadaşımız vardı. Onu çok severdim. Ama, onun Kürt olduğuna bir türlü inanmak istemezdim. Zira, Kürt nasıl bu kadar  iyi olabilir diye düşünürdüm. Arkadaşlarla, onun nasıl Ülkü ocağında olduğunu tartışırdık.

2003 yılında Elazığ’a ilk atamam yapıldı. Sadece, Türk ve Kürt’ten ibaret sandığım memleketimde Zazalar, Kırmenciler, Araplarında olduğunu öğrendim. (Eskişehir’de öğrendiğim Çerkez ve Manavları unutmayalım.) Bunu da “kendimi sormak zorunda olduğumu hissettiğim “Türk müsün, Kürt müsün” sorusuna borçluyum. Soruyu sorar, ardından  “yanlış anlama, benim için önemli değil, Kürt de insan” derdim. Karşı taraf nasıl algılıyordu bilmem, ama ben şimdi utanıyorum.

Çünkü, artık ben yüreğimi, ufkumu yedi milyara açtım. Bunu “büyüdüm daha çok öğrendim, tanıdım, sevdim” cümlesine bağlayacakken, bu ifadelerin  annem de olanı değişime katkı yapan özneye haksızlık olacağını düşüyorum. Artık, annem de Kürtler insan diyor. Hatta,  bir kere onun, açlıktan bir deri kemik kalan teröristin kendini güçlü göstermek için beline bağladığı kolanı (kalıp ip)  anlatırken ağladığını bile gördüm. Öldürülen o terörist hakkında “kim bilir ne dediler de, kandırdılar çocuğu, onun da anası babası var ”  diyordu, anam.  Okuma yazma bilmeyen, ömründe tek bir Kürt görmemiş  bir kadına aşılanan  nefret artık yerini sevgiye, merhamete bırakmıştı annem de.

Köyüme, gelince köyüm hala aynı yerde. Coğrafi şekiller hala köyü sıkıştırıyor. Ancak, ben insanların eskisi gibi Türk, Müslüman, sunni olmayana küfür ettikleri duymuyorum.

Hayatımda, üniversite yıllarında Ülkü ocakları içerisinde resmen bulunmam haricinde politikayla pek bağlantım olmadı. Bir dönem Ak Partiyi bazı kimselere karşı  savunsam da koyu Ak Partili babama da eleştirmekten geri durmadım. Bu güne kadar 130’un  üzerinde yazı yazdım, eğitime dair bir dünya eleştiri getirdim ancak politik olmaktan hep uzak durdum. Kendimi siyasetten  uzak tutma çabası içerisinde olduğum bu günlerde Gezi Parkı olaylarında, halkına zulüm yapıyormuş gibi gösterilerek  haksızlık yapılan Başbakanımıza ve AK Partiye,  bana, anneme ve köylüme insanı sevmeyi öğrettiği için teşekkür etsem, inşallah bu teşekkür politik bir duruş olarak görülmez.

Ben kendimi ve bütün insanları apolitik daha çok seviyorum. 




6 Haziran 2013 Perşembe

Tandırdan Yükselen Barış Havası

“Azgın tartışmacılar da keşke, diğer söz suçluları gibi ceza görselerdi. Hep öfkenin alıp götürdüğü bu fikir çarpışmalarında, insanın etmediği kötülük kalmaz. İlkin fikirlere çatarız, sonra da insanlara…

Tartışma ile neye varılabilir? Biri doğuya gider, biri batıya; yolda rastladıkları ayrıntılara saplanır ve konudan ayrılırlar. Bir saat cenkleştikten sonra, neyi aradıklarını bilemez olurlar: Kimi konunun üstüne çıkmış, kimi altına inmiş, kimi de kenarında kalmıştır. Kimi bir kelimeye, bir benzerliğe takılır; kimi söylenene kulak bile vermeden bir şeyi tutturur ve yalnız kendi söylediklerini dinler. Başka biri de kendine güvenmediği için her şeyden kaçınır, hiçbir fikri kabul etmez; ta başından her şeyi karıştırır, yahut da söz kızışınca, büsbütün susar ve bir daha ağzını açmaz; bilgisizliğini küskünlüğünün altında saklar; mağrur bir küçümseme ya da budalaca bir alçak gönüllülükle tartışmadan kaçar. Bazısı yalnız saldırmasını bilir, kendini korumak umurunda değildir. Bazısı da yalnız saldırmasını bilir, kendini korumak umurunda değildir. Bazısı da yalnız sesinin ve ciğerinin gücüne dayanır. Bakarsınız birisi tutar kendine karşı dönüverir; başka biri kalkar ön sözler, yersiz hikayelerle kafa şişirir. Kimi vardır, sıkıştığını görünce karşısındakini susturup kaçırmak için düpedüz sövüp saymaya başlar ve Alman kavgası çıkarmaya çalışır. Başka bir türlüsü de vardır, konuya hiç bakmadan sizi bir sürü mantık çemberiyle, diyalektik oyunlarıyla kuşatıp boğmaya savaşır.”

Ülkece içinde bulunduğumuz durumu o kadar net özetliyor ki bu alıntı, çok fazla kesinti yapmak istemedim.  Yaklaşık 500 yıl önce Montaigne’in dimağından dökülen bu paragrafların bana çok faydası dokundu. Artık, daha az tartışıyorum. Tartışma gerçekten uzaklaşınca, hemen bunlar aklıma geliyor ve ya tartışmanın özüne dönüyorum ya da tartışmayı sonlandırıyorum.

Zaman tartışma değil, düşünme zamanı.
Çözüm için bir şeyler yapma zamanı.

Tamamen amacının dışına çıkan Gezi Parkı Eylemlerinin başlatıcılarına eğer samimi iseler naçizane bir tavsiye. Sayenizde hiç konuşmadığımız kadar, ağacı, yeşili, doğayı konuştuk. Ülkemizin çok büyük bir kısmının adeta çöl olduğu hepimizin malumu. Şimdi, konuşma değil de icraat zamanı diyerek ülkemizin her bir köşesini ağaçlandıralım. Buna da siz öncü olun. Ya da başka bir “ağaçlandırma” projesi koyun ortaya  yoksa iyi niyetinizden şüphe edeceğim.

Doğayı sevmek öyle 3, 5 ağacı kurtarmakla olmamalı.

Daha 10 gün önce barışı konuşuyorduk.
Hemen herkes barıştık, barışacağız derken gündem Gezi Parkı olayları oldu. Şırnak’ta yaşanan bu olay inşallah ülkemizdeki puslu havayı dağıtmaya bir zerre de olsa katkı sağlar. Şırnak’a kızını zabıtalık sınavına götüren Mehmet Kara anlatıyor.

“Evinde misafir kaldığımız arkadaşımız, bölge halkı aleyhinde atıp tutuyor. ‘Ben , kardeş insan insandır, bunun Türk’ü Kürd’ü olmaz desem de ikna edemedim. “Biz burada yaşıyoruz, senin bilmediğin şeyler var” dedi hep. Ertesi gün, marketten alışveriş yaptık, eve giderken arkadaşın eşi “oh mis gibi koktu” dedi. Arkadaşım, şimdi alırız dedi ve biraz ilerde   tandır yapan teyzeye yaklaştı: “İki tane tandır alacağız kaça satarsın” dedi. Kadın, olmaz satmam diye cevap verdi. Arkadaşım, çocuğun varsa onlara hediye alayım, hanımın canı istedi  dese de kadın olmaz, markette ekmek satılıyor dedi. O ara, ben teyzem bunları parayla satmaz, Allah rızası için verir dedim. Kadın, hemen kaç tane istiyorsan al, sen böyle dedin ya  istersen Şırnak’ın hepsini al dedi. Biz, iki tane aldık ve oradan ayrıldık. Tabii, arkadaşım bir gün önceki konuştuklarından utanmıştı.”

Bu teyzenin sizce barış sürecinden haberi var mıdır?
Demokrasiyi, Cumhuriyeti bilmeyen annemden çok farklı olduğunu sanmıyorum. Ama, barış da, insanlık da , ilericilik de onun yüreğinde. Tıpkı , annem gibi. Tıpkı Anadolu’nun her köşesindeki kadınlarımız, erkeklerimiz, güzel insanımız gibi.

Bu insanlara yazık etmeyelim…






3 Haziran 2013 Pazartesi

İnsan ölüyor, be oğlum!

Geçen yıl Mart ayında, boş arazimize 60 tane ceviz fidanı diktirdim. İlk kez bu kadar ağaç dikmenin verdiği duygudan mıdır bilmem, bahçeye girdikçe bir gururlanıyor , o fidanların büyüceğini düşünüyor, kafamdan türlü türlü hayaller geçiriyordum. Fidanları her birini tek tek kontrol ediyor, ayrı ayrı ilgi gösteriyordum.

Temmuz ayının başında iki haftalığına  İstanbul’a eş dost ziyaretine gittim. Giderken, aklımda tabii ki ağaçlar vardı, ve ben onları babama emanet ettim. “Aman, baba mutlaka sulat onları, yoksa kururlar, emeğimiz zayi olur” diye de tembihledim. İstanbul’a gidince de iki güne bir arayıp anamdam, babamdan önce cevizlerin hatrını soruyordum. Babam, iyi diyordu. Ama, ben kendim görmek istiyordum.

İstanbul’dan döner dönmez tarlaya gittim, baktım ki cevizlerin 20’si kurumuş. Ben babama  için için kızıyorum, tabii babadır yüzüne bir şey diyemiyorum. Ama, anneme sürekli babamı çekiştiriyordum. “Cevizleri, ihmal etti de. Onları sulatsa böyle olmazdı da”. Belki, başının etini yediğim annem, “aman oğlum, insan ölüyor” demez mi sakin sakin. Buradan ben dersimi almıştım, annem, “insan ölüyor, millet senin kadar söylenmiyor” diyordu kendi üslubunca. Bu söz, artık benim söylenmemi durdurmuştu.

Annem, maalesef okuma yazma şansına sahip olamamış.
Demokrasinin D’sini, Cumhuriyet’in C’sini, İnsan Haklarının İ’sini ancak bilir. Bu kelimeleri okuyabilmesi dakikalarını alır. Ancak, insanın her şeyden kıymetli olduğunu öğretmişti bana.

Sözüm, üç ağaç için güzel ülkemizi karıştırmaya çalışanlara.

Birader, bizi yanlış anlamışsın, bu ağaç meselesi değil.

Diyeceksiniz ki: Orantısız güç kullanıldı. Ülkede temel hak ve özgürlükler hususunda sıkıntılar var. Eğitim, başlı başına bir problem. Demokratik bir şekilde yönetilmiyoruz. İşsizlik sorunu var.

Türlü türlü, problemler sayacaksınız. Her biriniz belki farklı yanıt vererek, ceplerinizde ne var ne yok hepsini dökeceksiniz.


Problemler konusunda haklı olabilirsiniz ancak çözüm yönteminiz insanları ve ağaçları üzmekten başka bir işe yaramıyor. Lütfen ortamı germeyelim.  Başta, ağaçlar olmak üzere, özgürlük, demokrasi, insan hakları,  insan için var. İnsan olmazsa onlar neye yarar!