Futbolla
ilgilenen hemen herkesi çocukluk yıllarında hangi takımı tutuyorsun sorusuna
“ekmek spor, hangisi yenerse onu, milli takım vb. “ yanıt verenler sinir
etmiştir. Ben, herkesin bir takım tutması gerektiği düşüncesiyle, birilerine bu
soruyu sorar bu tür cevaplar karşısında
öfkelenirdim. Hele, bu soruyu babama hiç sormak istemezdim. Zira, babam kendine
has üslubuyla futbolu şöyle tanımlardı:
Bir
yuvarlak.
22
uyanık.
Binlerce
manyak. (Tarzım olmayan bu kelime için özür dilerim)
Ben
otomatikman kendimi üçüncü grup içerisinde hisseder, bu yüzden babama olan
tepkim artardı. 3 – 0’dan 3 – 4
kazanılan bir Galatasaray - Fenerbahçe maçıyla başladı takım tutma işim. Elime
geçen para o zaman futbolcuların küçük resimlerini hediye eden sakızlara
giderdi hemen. Sakızdan çıkan, Fenerbahçe olursa ne ala, diğer takımlar olursa,
ya çöpe atar, ya yırtardım. Nadir de olsa, diğer takımları tutan arkadaşlarıma
verirdim. Nielsen, Gerson Küçük Şenol, Büyük Şenol, Oğuz, Aykut kim çıksa
sakızdan mutlu olurdum. 11 kurunca bir başka sevinirdim. Arkadaşlarla,
Fenerbahçe –Galatasaray maçı yapar, yenince biz değil de Fener yenmiş gibi
sevinir aksi durumda Fener kaybetmiş gibi üzülürdüm.
Her
sezon öncesi transferleri takip eder,
şampiyonluğun hayalini kurardım. Özelikle, 3 Temmuz öncesindeki birkaç
sezonda senede en az 30 maç izlerdim.
Bir de, ben maç izleyince takımım yenilmiyor diye düşünür, bütün programlarımı
buna göre yapardım. Mesela, Fenerbahçe’nin son şampiyonluğunda hiç mağlubiyet görmedim, çünkü mağlup olduğumuz 4
maçı da izlemek nasip olmadı.
Maç
izlerken, küfür edenlere hiç katlanamaz, küfür ettikleri futbolcu gol attıktan
sonra sevinenleri iki yüzlülükle suçlardım. Kimi zaman “ne yüzle seviniyorsun” diye o tip kimselere
fırça atmışlığım bile olmuştur. Futbolda
sabrın esas olduğuna inanır, 90 dakika bitmeden yenildiğimize inanmazdım. Maç
içerisinde ve maç dışında rakibe saygı duyulması gerektiğini düşünür, haksız
penaltılar ve ya yanlış hakem kararlarıyla alınan galibiyetlere sevinemezdim.
Taç için hakemle tartışan, faul alabilmek için kendini kolayca yere atan
futbolcuların yaptığını asla etik bulmazdım.
Futbola
bu kadar kafa yorarken, imdadıma 3 Temmuz süreci yetişti. Süreci, sadece şike
var, yok boyutuyla değil de, bütün olarak değerlendirdim kendimce. Futbol bu
topluma ne katıyor, toplumdan ne alıyor
diye bakmaya çalıştım. Şike, iddaa, bahis, toto ile dönen ayak oyunları zihnimi
kurcalayıp durdu. Futbola karşı buz gibi olmasam da son 3 yılda toplamda 5 maç
bile izlemedim desem kat ettiğim mesafeyi tahmin edebilirsiniz.
5 yaşındaki, oğlum Galatasaray formasını
istedi, hemen aldım. Fenerbahçe forması istedi onu da aldım. Şimdi, bir gün
başka forma diğer gün başka forma giyiyor. İkisini de sevdiğini söylüyor.
Aslında, çocuk her şeyi özetliyor.
İngilizler,
foot (ayak) ball (topu) diye boşuna
dememiş, ayakla oynanan bir oyuna kafa yormaya değer mi?