TV 3
Nasıl korkmasınlar ki,
yaklaşık yirmi sene önce koca
başbakanı asmıştı korktukları. Döneminde biraz olsun rahat buldukları
merhumu rahmetle yad ederdi köylü.
Ancak, kendileri birebir bu korkuyla ilçeye atanan askeri kaymakamın
köyü ziyaretinde karşılaşmışlardı.
Bu ziyaret sırasında Kuru Mahmut Musa ile Bombili Mahmut dede okul
yukarı mahalleye mi yapılsın yoksa aşağı
mahalleye mi diye tartışırlarken kaymakam ikisinin kafasını tutar ve koyun gibi
tokuşturur. Ortam biz buz gibi olur, kimilerinin yıllarca güldüğü bu anı
onların bilinçaltına korkuyu yerleştirmiştir. Belki, bu yüzden asker köydeki
herhangi bir dava için geldiğinde köylünün sırtına binmeye başlar. Mecaz değil.
Arabanın gitmediği yerde asker basbayağı köylünün sırtına biner, kaç metre
gitse onu kar sayardı.
Bu arada sağ sol kavgası başka
yerlerde kardeşi kardeşe öldürtme aşamasına ulaşır ve 12 Eylül darbesi yapılır.
Köylü darbeyi yine radyodan duyar. Sıkı yönetim süreci köyde pek bir fark
oluşturmaz. Onlar için korkulan yine aynıdır. Tek korkuları askerdir. Bir yerde
asker görünce kaçacak delik ararlardı. Yan köyde ortaokul açılmış köyün
çocukları dört kilometrelik yolu korkusuzca gidip gelebilirdi ama bir çocuk
muziplikle “asker, asker geliyor dese” hepsi yoldan çıkar, bir yerlere saklanırdı. Bu korku öyle
anlatılırdı ki, çocuklar kaçtıklarından belki bir çok çocuk askeri ilk defa o
“gutu” da gördü.
Gutu ilçeye gelmişti. İlçede
akrabaları olanlar görme şansına / şansızlığına sahip oluyordu. Artık köyden
ilçeye minibüs çalışıyordu. Köyün minibüsleri çok erken saatte ilçede olur,
köylüler soluğu akrabalarının yanında alırdı. Televizon (Televizyon) dedikleri
o gutuyu merakla açarlardı. O zaman tek kanal olan TRT yayına 07:00 ‘de
askerlerin yaptığı İstiklal Marşı töreniyle başlardı.
1985 ya da 1986’nın bir sabahı ,
büyüğü 1977, küçüğü 1981 doğumlu iki
kardeş ilçedeki amcalarının evine gittiler, büyük televizyonu açtı. TRT henüz yayına
başlamamıştı, ekranda saati gösteren bir siyah beyaz görüntü vardı, çocuklar o
görüntüye bakarken saat 07:00 olur. Askerin ekranda görünmesiyle beraber büyük
çocuk “Allah, asker diye” iki üç adım geriye kaçar. Küçük şaşırır şaşırmaya,
bir süre abisiyle dalga geçer ama işin derinliğini anlaması ve yorumlayabilmesi
yıllarını alır. Yıllar önce nineleri
tarafından dillendirilen “gutudan” konuşacak adamı göremeden malum korkuyu
yaşamak çocuklara televizyon merakından bir şey kaybettirmez. Köyde yılbaşı akşamlarını
ilçede geçirmek gibi bir hava atma durumu dahi oluşur.
Televizyon köyde ilk kez
öğretmenin evinde görülür. Ardından birkaç köylü daha alır ancak yansıtıcı
(verici) olmadığı için “gutular” ambalajlarında kalırlar. Sonra, komşu köyle
ortaklaşa bir yansıtıcı konulur. Ancak,
yansıtıcıyı bir köye çevirsen diğeri izleyemez. Üstelik köyün dağlık yapısı olduğundan, diğer köy hesaba
katılmasa bile net izleyebilmek için iki, üç farklı yöne çevirmek
gerekmektedir. Televizyonun çektiği tarafta, televizyonlu evlerde adeta sinema
atmosferi oluşurdu. Televizyondakilerin kendilerini görüp görmediklerini
anlamak için kendilerince bir takım
deneyler yapan, kadın, erkek, çocuklar bir evde toplanır, sessizce televizyon
izlerler, hep beraber gülerlerdi, hep beraber öfkelenirlerdi. Gülme televizyon
yayınından, öfkelenme de görüntünün gitmesinden kaynaklanırdı. Bu görüntü işi
ile genelde gençler ilgilenirdi.
Karlı bir yılbaşı gecesi bu
gençler sabaha kadar vericinin yönünü değiştirmekle uğraştılar, hepsi de çok
istedikleri “ dansöz”ü göremeden yeni yıla girmişlerdi. Dansözler modaydı o
dönemde. Sırf onun için gençler iki kilometre yokuş tırmanıp geri geliyorlardı,
hem de defalarca.
Televizyon geldiği günlerde,
köylünün hayatına bir renk katmıştı. Tekin Akmansoy’un “Emret Muhtarım” dizisi
büyüklerin favorisi olurken, çocuklar çizgi filmleri tercih ediyorlardı.
Haberler, hava durumu, spor, müzik
programları hemen her yaştan izleyici bulabiliyordu. Haliyle günlük yaşantıda televizyonun
izlerini görmek mümkündü.
Daha önce maçları, radyodan
dinleyen gençler, stadyumu ilk kez televizyonda görmüşlerdi. Televizyondaki gol
tekrarlarını kendi maçlarında yapmaya çalışıyorlardı. Birkaç deneme, aynı gol
görüntüsü vermeyince bu işin televizyona has bir şey olduğunu anlayabiliyorlardı.
Bu köyden, ilk kez stada gidenler canlı göremedikleri bir golün görüntüsünü
televizyondaki gibi beklediler. Tabii, nafile. Eskiden, kadın erkek ayrı yerlerde
yapılan düğünler, şimdi karışık yapılmaya başladı. Aynı televizyondaki gibi
danslar ediliyor, halaylar çekiliyordu. Dansözler gibi göbek atılıyordu, hatta
Michael Jackson figürleri bile görünmeye başlamıştı köyde. Hayli, komikti
tabii.
Televizyon çocukların, oyuncak
kültürünü de değiştirmeye başladı. Rol paylaşımları televizyondan alınıyor
“dışınnn, dışınnn” diye silahçılık oyunları oynanıyordu. Bu arada, hemen hemen
televizyonun köye gelişiyle paralel kara lastik ayakkabının icadı, çocukları
ayakkabının topuğundan araba tekerleri yapmak gibi zekice bir buluşa
ulaştırmıştı. Yağ tenekeleri ise
arabanın gövde kısmını oluşturuyordu. Çocuklar, yine kendi yaptıkları arabalara saman doldurup onları taşıyorlardı. Bilye (satın alma cam bilyeler), çelik-
çomak, parti, beş taş, ayakkabı kapmaç (kapmaca) gibi oyunlar hala oynanıyordu. Sabah
evden, çocuk akşama kadar köyün tadını
çıkarıyordu. Çocukların oyuncakları sayılacak at, öküz, katır yerini giderek kamyona,
traktöre bırakıyordu.
Bu arada köyde hiç yaşanmayan bir
olay yaşanır. Televizyonda, teröristlerin yolcu otobüslerinin yolunu kestiğini
duyan birkaç genç yan köyün minibüslerinin önünü keserler. Bu olay içlerinden
birine ömür boyu kullanacağı bir lakap kazandırır. Terörist Mehmet. Belki
dünyanın en saf adamlarından biri olan Mehmet abiye hiç yakışmasa da lakap
takılmıştır bir kere. Televizyon, etkisini derinleştirmeye başlamıştı. Köyde, askere
güvenilmeye başlanırken başka korkular gün yüzüne çıkıyordu.
Devam edecek.