31 Mart 2013 Pazar

Paradar Nesil


Dindar nesil söylemine kindar nesil diye yanıt verenler:
Haberiniz olsun! Ne dindar, ne de kindar. Paradar bir gençlik geliyor.

Parayı çok seven. Para için koşan, koşturan.
Ne var ki bunda diyebilirsiniz.

Evet, para hayatın gerçeği. Ancak, günümüzde oluşturulan algı parasız hiçbir şey yapılmaz, yapılamaz şeklinde.

Bu, çocukta haliyle en kestirmeden para kazanma yollarını aramaya sebep oluyor. Çocuklar bir hedefe odaklanamıyor. Bunu genel lise 12. Sınıfa gelmiş bir öğrenciye 4 ay içerisinde aralıklarla sorulan “ne olmak istiyorsun” sorusuna alınan 4 farklı yanıt daha net açıklar kanaatindeyim.

1.      Öğrenci okul öncesi öğretmeni olmak ister: 4+ 4+ 4 zorunlu eğitim henüz gelmemiş, okul öncesinin zorunlu olacağına dair söylemler yaygındır. Çocuk, neden sorusuna “çocukları çok seviyorum, ilgimin bu yönde olduğuna inanıyorum” şeklinde yanıt veriyor.
Bir ay sonra, 4+4+4 zorunlu eğitim sistemi netleşmiş okul öncesinin zorunlu olmadığı açıklanmıştır.

2.      Öğrenci Makine Mühendisi olmak ister: Bu soru sorulduğunda çocuğun  yanında  Meslek lisesi makine teknolojisi bölümünde okuyan iki arkadaşı vardır ve onlar bu bölümün önünün açık olduğunu söyler.

Bundan bir ay sonra,
3.      Çocuk İnşaat mühendisi  olmak ister. Çünkü, inşaatı seviyor.
Bundan bir ay sonra,
4.       Aynı çocuk bu defa Zihin Engelliler öğretmeni olmak ister. Çünkü, hayatın gerçeklerini hesaba katmak zorundayım diyor.

Örnek sizi tatmin etmemişse, 15 yaşında bir gencin günümüzde bir ihtiyara yardım eden bir çocuğa, ihtiyarın “Allah senden razı olsun, yavrum”  demesindense ona 5 lira harçlık vermesinin çocuğu daha mutlu kılacağını söylediğini aktarayım.

Yetmez diyorsanız, dindar neslin en fazla olduğu sanılan bir İmam Hatip  lisesi öğrencisinin, manevi değerlerden bahseden öğretmenine 30 arkadaşı içerisinde  “hocam, bunların hepsi para için burada. Ne için yaşıyoruz, yalan mı”  diyebildiğini, kimseden de “hayır” yanıtı almadığını  üzülerek duyurayım.

“Ne sevgi, ne de ilgi karın doyurur” mottolarıyla kafaları doldurulan gençlik tehlikeli bir noktaya gidiyor.
Korkmayın, bu nesil kindar olmaz.
Samimi dindarlardan kimseye zarar geldiğini görmedim. Korkunuz buysa, bu düşünce yapısıyla onları dindar yapmak da mümkün gözükmüyor.

İstediğiniz, paradar nesilse işte elimizde. Ancak, uyarayım bu gidiş bizi mesleki ırkçılığa götürür.

“Mesleki Irkçılık” inşallah bir sonraki yazı da .

26 Mart 2013 Salı

Sokak İncileri



“Polislerden ‘nazar değmesin’ kurbanı”  başlıklı  bir haber görseniz aklınıza ne gelir?
Doğrusu, ben içeriğini okuduğumda hiç yanılmadığımı hissettiğim şeylerle karşılaştım.
Polis ne yapar ki?
Siz düşüne durun, ben haberi aktarayım.
“Bursa Yıldırım İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliği'ne bağlı 70 kişilik Rüzgar timi 10 ay içinde cinayet, hırsızlık, adam yaralama, tecavüz , gasp, başta olmak üzere mahkemeler tarafından haklarında tutuklama kararı çıkarılan yaklaşık 2 bin kişiyi gözaltına alıp Cumhuriyet Savcılığı'na sevk etti.”
Bu başarı üzerine, ilçe emniyet müdürlüğü bir  kurban keser, kurban ihtiyaç sahiplerine dağıtılır, bir de nazar duası okunur. Emniyet müdürü Doç. Dr. Sıddık Ekici şu konuşmayı yapar.

"Kısa sürede olay yerine intikal edip meydana gelen olayları çözmekte başarı sağladınız. Bizim amacımız halkımızın huzur ve güvenini sağlamak bunu engellemeye çalışanlara fırsat vermeyeceğiz. Akşam başınızı yastığa koyduğunuzda rahat olmanız için 'Ben bugün halkım için en iyisini yaptım yarın daha iyisini yapmak için çaba sarf edeceğim' dediğinizde hem siz hem de vatandaş rahat olur hiçbir başarı ödülsüz kalmaz. Başarımızın bundan sonrada devam etmesi için bu kurbanlarımızı kestik." 
Amin mi diyelim?
iş bu raddeye gelmişse tabii ki. Hem de kucak dolusu.
Peki, 10 ay içerisine gerisini hesaba katmadan “suçu sabit ve  haklarında tutuklama kararı çıkarılan 2000 suçlu” sığdırmada suçlu arayacak olsak acaba bunda benim de hatam var diyebilen bir babayiğit bulmak mümkün olur mu?
Evet, suçlu cezasını çekmeli, ancak nur topu gibi doğan oğullarımız, ay yüzlü kızlarımız nasıl suçlu olabiliyor, birileri sorumluluk almalı diye dertli dertli düşünürken imdadıma yine polis teşkilatı yetişti. Bu sefer haber Siirt Emniyet Müdürlüğü’nden. Kardeşim, polis bu işi yapar diyordu adeta haber.
Aralarında polise taş atan çocukların da bulunduğu yaklaşık 1000 çocuğu kazanmaya çalışan “Sokak İncileri” isimli bir proje bu. Bir dizi sosyal etkinliğin olduğu projede emeği olan herkesi tebrik ederim.  Proje inşallah başarılı olur. Buna yerle gök arası kadar amin.
Peki, bu sadece polisin işi mi?
Yanıtı hepimiz biliyoruz.



21 Mart 2013 Perşembe

Sınavlarda 10 Adaydan 7’si Stresten Kaybediyor


 

 

 Başlığa bakarak bu yazıya bakan kimseler, aradığınızı bulamayacağınızı düşünüyorum, bu yazıda sizi stresten kurtaracak hiçbir şey bulamayacaksınız, bunu peşinen belirteyim. 

Bana ait bir başlık değil. Eğitim adını kullanarak, belki biraz da  sınav öncesi birkaç bin fazla kişi tarafından tıklanma ötesinde   bir kaygı taşımayan eğitim (!) sitelerinin işi bu.

Ben görünce şöyle iyi bir tebessüm ettim. İçim kahkaha atıyor, gülmemek için kendimi zor tutuyorum.  Başarısızlığa bulunan kılıfın adı stres. 

Sınava giren kardeşlerimden bir ricam var.

 

Aman, streslenmeyin,  gençler!

Çıkın sınavdan, hiç heyecan yapmadım deyin!

Arkadaşlarınızın size bol şans,  başarılar dilemesi  boşa gitmesin!

Yediğiniz okunmuş kuru üzümler zihninizi açsın!

Dershane öğretmenlerinizin emekleri boşa gitmesin, yüzleri kara olmasın!

Size inen hatimler hürmetine başarın şu işi!

Bakın ülkenin her yerinde Cuma’da eller sizin için semaya kaldırılıyor. “Allah’ım sınava girecek “bütün” çocuklarımıza zihin açıklığı ver diyen “ duaya  hepimiz amin diyoruz. 

Hadi gençler , size sorulan soruların tamamını yapın!

Birincisi, sonuncusu aynı olsun şu sınavın!

 

Bakalım, o zaman topu kime atacaklar!

Suçu kimde bulacaklar!

Size ne öğüt verecekler!

 

Ne kadar kolay  değil mi!  Biraz bilimsel gözüksün diye 7/ 10  aday stresten kaybediyor diyebilmek. Oysa, bu kazanana göre bir değerlendirme ise 5 / 10 kişi zaten üniversiteye yerleşiyor.(Ön lisans dahil) Yok, istenilen  bölüme göre ise  çocuklarımızın  neredeyse tamamı kaybeden. Nereden bakarsanız, tuhaf bir istatistik.

 

Sınav olmaktan “gerçek sınavı” unutmanın eşiğine geldik. Başbakanımız, sınavlar kalkacak derken akademik camianın önde gelenleri,  mevcut sistemin en adil olduğundan dem veriyor.

 

Beyler, balığı ağaca tırmandırmanın neresi adil?

 

Uzman, psikolog, danışman, rehberlikçi denilen bir güruh hala strese dair reçete sunuyorlar.

Kuşa yüz derseniz  zavallı nasıl stres yapmasın!

 

Gene de suç streste mi? Yok, yok pes değil.

 

Bir fıkra ile devam edelim:

Adamın  biri  papağan almaya gitmiş bir papağan görmüş, kaç lira  diye sormuş satıcı 5 lira demiş. Adam niçin demiş. Satıcı,  çünkü bu  bir dil biliyor demiş. Adam başka bir papağanın fiyatını sormuş, satıcı 10 lira demiş. Adam sebebini sormuş, satıcı çünkü  bu da iki dil biliyor demiş. Adam,  bu sefer kel kuru bir papağanın yanına yaklaşmış ve fiyatını sormuş. Satıcı, 20 lira demiş. Adam sebebini sorunca  satıcı valla ben de bilmiyorum ama  bu ikisi buna “hocam”diyor demiş.

 

Sınavların olmadığı günler dileğiyle ….

 


18 Mart 2013 Pazartesi

Küfür etme, HAKKI!



İnsan hakları kavramı , daha da öncesi var ancak kayıtlar itibariyle Kiros Silindiri , Asoka Fermanı, Medine Sözleşmesi, Magna Carta,  Cenevre sözleşmeleri ,  İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi gibi bilinen birçok yazılı metnin konusu olmuştur. Ancak, haklı hakkına bir türlü ulaşamamıştır. 

İnsan, haksızlığa uğradığını düşündüğü bir çok konuda hak arayışı içine girmiş, bunun sonucunda  alfabetik sıra gözetilerek yapılan aşağıdaki haklar  bu gün Sivil Toplum Örgütlerince aranmaktadır.

Babalık hakları,
Bireysel hakları,
Çocuk hakları,
Devredilemez haklar,
Doğal haklar,
Erkek hakları,
Eş cinsel hakları,
Gençlik hakları,
Grup hakları,
Hayvan hakları,
İnsan hakları,
İşçi hakları,
Kadın hakları,
Kişilik hakları,
Kolektif haklar,
Negatif ve pozitif haklar,
Sivil haklar,
Sosyal haklar,
Tüketici hakları,
Yasal haklar,



Ee bu kadar hak olunca, bir dönem  “Hakkı’mı arıyorum, Hakkı’nın karısı” diye bir espri yapılır hale geldi. Ancak, hak arama adeta bir trend haline geldi ve şimdi her geçen gün yeni bir hak formatıyla karşılaşıyoruz.

Susma hakkı,
İstediğini yapma hakkı,
Hakaret etme hakkı,
Küfür edebilme hakkı,

Şu son hak (!) ile ilgili bir parantez açalım. Bu bir blogda bir makaleye başlık olarak atılmış. Bloğun yazarı “eyleme dökülmediği sürece …” kalıbını bir saçmalık olarak görmekle beraber, içinden küfür etmediği kimse kalmayan birinin  bunu açığa vurmamasını “ikiyüzlülük” olarak değerlendirir.  Dileyenin dileğine istediği gibi hakaret etmesini tavsiye ederken bunun bir “iftira” olmaması konusunda  uyarı yapmaktadır. Yazar kendisinin de  küfre maruz kalmadığı bir günün olmadığını da belirterek bu güzide (!) fikrini haklı çıkarma çabasındadır.

İşin tuhaf yanı yaklaşık 20000 kişi tarafından okunan yazıya da kimsenin tepki koymaması. 

Şunu biliyorum, herkese yaptığı süslü gösterilmiş ve herkes yaptığını doğru kabul ederek bir yola koyuluyor. Hak olsun ya da olmasın hak adı altında çıkılan her yol destekçisini buluyor.    Peki kime karşı hak arıyoruz? Tabii ki birbirimize.  Senin hak dediğin bana da kendi hakkımı hatırlatıyor, belki bundan bir dizi haksızlıklar doğuyor. Yazımı yorumlarınıza bırakırken, şu blog yazarının  başlığı “olasılık mı, yetenek mi” olduğunu anlamadığım yazısına emir kipinde rica ederek yanıt veriyorum. Lütfen , Küfür etme, HAKKI … Aman, Zıvanadan Çıkma, HAKKI.

Bu da son cümlemiz olsun: Kişi tabii ki hakkını aramalı ancak aradığı  da “hak” olmalı. 

15 Mart 2013 Cuma

Bir Erikle Bahar Gelmez ...


Burası Eskişehir gülüm günü gününden kara
Bir  sana hasretim, bir de gelmeyen bahara,

Diye diye baharı gelmişti Eskişehir’e…

 Erik  çağlaları tablaları doldurmuş,  adeta bizi alın, bizi alın diye sesleniyordu. Tadına bakmak için birini ağzıma  attığımda erik satıcısının “yeme yeme” demesiyle irkildim . Adamcağızın yanlış anlamayın “benim eriğe alerjim var” demesiyle, irkilmem şaşkınlığa dönüştü ve ben “yemediğin şeyi niye  satıyorsun be abi” diye sordum.

Bu soruyu doğru buluyorum diyenlerdenseniz devam edelim.

O günün şartlarında kendimi haklı görmesem ben de böyle bir soru sormazdım. Ancak, bu gün düşündüğümde erikçiye özür borcum olduğunu fark ettim. Çünkü, diyemediğim, soramadığım onca şey var ki.

İki ürün  arasındaki farkı sorduğumda, açıkça “bu kaçak,  bu kalitesiz, bu dayanıksız” diyen esnafa “madem öyle niye  satıyorsun” diyemiyorum.

Öğrencilerine edebi öğretmeye çalışırken edepsizleşen,  öğrencisine hakaret eden, söven, üstüne   bir de  bunlar adam olmaz diyen, öğretmene kibarca “pardon siz adam mısınız” diye soramıyorum.

Bıktım, usandım, bu iş yapılmaz diyenlere “bırakın o zaman” diyemiyorum mesela.

Vergi kaçırmak için kira sözleşmesinde  düşük kira bedeli gösteren ev sahibine “ bu  ne üç kağıt, arkadaş ben senin evinde oturamam” diyemiyorum.

Formalite gereği bu işleri yapmanız gerek diyen amirime “formaliteyse neden yapıyoruz “ diyemiyorum.

            Kahveden çıkmayan adamların çocuklarına zaman planlamasına dair nutuk attığını görünce “sen önce kendine  bir plan yap” diyemiyorum.
           
Çok  doğru söylüyorsun, gayretinden dolayı seni tebrik ederim diyenlere “siz niye çok doğruyu söylemiyorsunuz, siz neden çalışmıyorsunuz” diye soramıyorum. 

Sözün özü, bahar zavallı erikçiye yüklenmekle gelmiyor. Bir erikle  bahar gelmez.

İnsanlığa baharın gelmesi dileğiyle…










  

12 Mart 2013 Salı

Devletin Ehliyetsiz Sürücülerle İmtihanı




Ülkemizde ehliyetsiz sürücü sayısı hiç azımsanmayacak durumda, belki de sürücü belgesine sahip kimseler kadar var.

18 yaş altı ve 18 yaş üstü diye ikiye ayırabileceğimiz bu kimselerin ortak özelliği isteseler de ehliyet alamayacak olmaları. Mevcut şartlarda ne yaparlarsa yapsınlar onların sürücü belgeleri olamayacak.

Birinci grup, 18 yaş altı gençler , kah babalarının denetiminde, kah babalarının ya da konu komşunun arabasını kaçırarak edindikleri araba kullanma becerilerini  bir türlü yasal olarak sergileyememekte. Ebeveynlerinden  çok daha iyi araba kullansalar da bu onlar için mümkün değil.  Anne – babaları onlara araba kullanma  izni verseler de devlet “hop, sen daha çocuksun” demekte.  Bunun ihlal edildiği haller hiç az olmasa da, çocuğa izin verse polisle, vermese çocuğuyla başı derde giren ebeveyn sayısı da az değil.

İkinci grup ise geneli köy ve kırsalda olan 18 yaş üstü kimseler.  Bu kimselerin önünde hiçbir yasal engel olmamasına rağmen, onlar da sürücü belgesi vermek için uygulanan  yazılı sınavı geçememekten mustarip. Haksız da sayılmazlar. Belki, bir çoğu okur yazar dahi olmayan bu kimseler sınav sorularını okuyamamaktan, optik üzerinde işaretleyememeye kadar uzanan bir dizi sorunla karşılaşmakta. Sürücü kursuna yazıldıktan sonra üç sınav hakkını dolduranlar var, ki bu vatandaşlar müthiş sıkıntı içerisinde. Yeniden kursa yazılsalar bir türlü, yazılmasalar başka türlü. Kurs süresince kursa katılma zorunluluğu olması da başka bir dert.   İşin ilginç yanı bu kimseler çoğunlukla köyde, tarlada traktör kullanırken belki sadece acil durumlarda trafiğe çıkıyorlar. Acil durumlar hariç belki yalvarsanız çıkmazlar.

Herkesçe bilinen, bu durum hatırı sayılır bir kitleyi trafikte “kayıt dışı” haline getirmektedir.  Vatandaş kaçak da olsa işlerini yürütmek zorunda bırakılmaktadır.  Ancak, 18 yaş altına ebeveyn izniyle, diğer kimselere de muhtarlıklar ve sürücü kursları aracılığıyla statüsü farklı sürücü belgesi  vermek hem devlete hem de vatandaşa kazandıracaktır.  

1 Mart 2013 Cuma

Sigaranın Dünü, Bugünü




 Azizim, gençlik bozuldu. Biz eskiden böyle miydik?  Baksana, ellerinde sigara sokak ortasında dolaşıyorlar. Büyük bilmiyor,  küçük bilmiyorlar. Bari kardeşim, şöyle elinle bir sakla. İçiyorsun madem bu mereti gizli bir köşede yapsan diyorum. Tamam, bulaşmışsın bir kere, bırakamıyorsun. Ama, milletin gözüne sokmak da neyin nesi. Zaten leş gibi kokuyorsun. Kılık kıyafetine siniyor. Dolmuşta, otobüste insanları rahatsız ediyorsun. Eskiden biz dolmuşa binmediğimizden böyle bir derdimiz yoktu. Okulda kimse seni uyarmıyor mu? Bak, bir de koku giderici alıyorlarmış. Ne güzel değil mi önce kokut kendini , sonra git ayrı bir masraf daha et. Halbuki, her masraf bir israf demek.

Yok, yok bunların ki iş değil, her şeyin bir sınırı var. Neymiş efendim, biz de içiyormuşuz. Yahu, kardeşim! Benim ekmeğim elimde, baba parasıyla mı içiyoruz senin gibi. Bizim, bir tek sigaramız var. İyi onu da yapmayalım, iyice dünyayı zehir edin valla. Bir keyiflenmeyelim öyle mi? Neyse, nerden buluyorsan bul. Ama, şöyle göz önünde içme. Milletin çocuğuna da kötü örnek oluyorsun. Biz sigara yasası çıkmasa, katiyen ortalığa çıkıp içmezdik. Ne güzel odamızda rahat rahat içiyorduk. Hala, büyüklerimizin karşısında içemem mesela. Hele bir lise hocam var, Allah selamet versin, hala korkarım, elimde sigara karşılaşırsak kaçacak delik ararım. Utanır, sıkılırım, zar zor konuşurum kendisiyle. Bizde bir kabahat var ki, size bu terbiyeyi veremedik. Hakikaten nedir bizim kabahatimiz diye hep düşünürüm. Ben böyle düşünürken,  bir arkadaşım şöyle anlattı:

“Geçenlerde Ömer adında genç bir mühendisle konuşuyorduk. Böyle memleket meselelerini anlatıyordun. Gençlik sorunlarından, eğitim problemlerinden, çözümün ne olması gerektiğinden bahsettim. Genç kardeşimiz beni ilgiyle dinledi. O ara bir arkadaşım geldi yanımıza oturdu ve bir sigara uzattı. Ben kullanmadığımı söyledim. Mühendis kardeşimizin gözleri parladı. Arkadaşım bizim masadan kalktıktan sonra o genç bana “ amca, eğer sigara kullanıyor olsaydın, şu konuştuklarının hiç birini umursamaz, kendi iradesine hakim olamayan adam bana ne anlatabilir ki  derdim“ demez mi, o an sigara kullanmadığıma bin şükür ettim. “

İşte böyle, azizim. Şu Ömer kardeşimin diline sağlık. Ne güzel  de söylemiş değil mi?