28 Ocak 2012 Cumartesi

Cezaevi Memuru Matematik Öğretmeni


Sütçü İmam Üniversitesi İktisat mezunu, tapu- kadastro memuru,
AtatürkÜniversitesi Fransızca öğretmenliği mezunu, İngilizce öğretmeni,
Dumlupınar Üniversitesi Edebiyat bölümü mezunu, polis memuru,
Ankara Üniversitesi Matematik bölümü mezunu, banka memuru,
Gazi Üniversitesi  Matematik öğretmenliği mezunu, cezaevi memuru,
Boğaziçi Üniversitesi Kimya öğretmenliği mezunu, gümrük memuru,

Maalesef ülkemizdeki tablonun yansıması,  zaten hepinizin malumu. Şaşırmadığınızı zannediyorum.

 Matematik öğretmeliği  birinci sınıf öğrencisi ben buraya cezaevi memuru olmaya geldim  dese tepki ne olur?
 Tahmin yürütelim.
Herkes, bu adam aklını  yitirmiş herhalde diye düşünür.
O zaman burada ne işin var kardeşim  diye dalga geçilir.

 “Plansızlık” neticesi son çare olarak baş vurulan işlerde  mesleki doyuma ulaşılmasını beklemek hayalken şaşırtıcı  olan  bu plansızlığın hala devam etmesi. Örnek  mi?
Meslek lisesi Elektrik bölümü son sınıf öğrencisinin hemşire olma hayali.
Aynı bölümde başka  bir öğrencinin polis olmak istemesi.
Liseyi bitirmiş bir öğrencinin,  Okul öncesi öğretmenliği, PDR ya da Zihin Engelliler  öğretmenliği gibi birbiriyle alakası olmayan  meslekleri düşünmesi.
Neden sorusunun yanıtı, kısa yoldan PARA denilebilir.
Çözüm:
İyi planlama yapılarak her mesleği kıymetli hale getirmek, ve insanlara yetenekleri doğrultusundaki  meslekleriyle geçimlerini sağlayacakları bir hayat sunmak.

HAK
Öğrenci, ağlayarak öğretmeninin yanına geldi.
Öğretmen,  neden ağlıyorsun dedi.
-         Kimse, beni sevmiyor.
-         Neden?
-         Dünya menfaat dünyası olmuş, her şey para olmuş. Paran  kadar seviliyorsun.
Öğretmen cüzdanını çıkardı,içindeki paranın tamamını öğrenciye uzattı “al”  dedi.
- Olmaz, hocam.
- Neden almıyorsun? Her şey para demiştin.
- Olmaz, hocam. Ben bu parayı “hak”  etmedim.










23 Ocak 2012 Pazartesi

Metrekareye Düşen Eğitim Oranı (3)

Yıllardır ülkeme  duyduğum özlemimi dün akşam sonlandırdım. Toprak  çeker derler adamı ya,  beni de  çekti,  bavulumu topladığım gibi  kaçtım, geldim. Geceyi  biraderin evinde geçirdim. Hasretiyle yandığım toprağımı gündüz gözüyle  bir göreyim istedim. Ev ahalisi uyanmadan  bir  kaç şey atıştırdım, attım kendimi sokağa. Ama, bir şeyler garip geldi. Hava eskisi gibi mis değil,   bir zamanlar koktuğunda içimde  yeme  hissi uyandıran  toprak bir garip, ağaçlar küskün, kuşların sesi kulak tırmalıyor. Şaşırdım, yaşlılıktandır dedim.  Düşünceler içinde küçük adımlarla yürürken, işittiğim bir sesle irkildim. Biri  bağırıyordu uzaklardan, belli ki mikrofondan geliyordu ses “Dinlee, oğlum. Kızım, sana sesleniyorum. Hey, anlamıyor musun? İçinde hakaret ve küfürler olan bu sesi çok yadırgadım. Meraklandım, ilerde birkaç çocuk gördüm. Hızla yanlarına vardım, günaydın, gençler dedim.
-“Bu ses nerden geliyor?”dedim.
-Çocuklar şaşırmış gibiydiler. İşaret parmağıyla göstererek “şuradaki okuldan amca” dediler. Orada, sur gibi bir duvar gördüm. “Burada okul mu var?”diye sordum.
-Evet, dediler. 
-“Peki bağıran kim?” dedim
- İdarecilerden   biridir, ya da bir öğretmen.
-“Neden?” dedim.
-Öğrenciler  ya sırada gürültü yapmışlardır, ya sırayı bozmuşlardır. Ya da,  bağıran bir sebep bulmuştur. 
-“Neden sıra oluyorsunuz?” diye sordum.
-Amca, sen yabancısın galiba biz  bunları her gün yaşıyoruz, şimdi acelemiz  var kusura bakmayın gitmemiz lazım dediler, bizi de zaten geç kalanlar sırasına alırlar.
-“Affedersiniz çocuklar, sizi tuttum” dedim. Çocuklar giderken, zavallı amca der gibi baktılar bana.
Şaşırmıştım, yürüyerek köşeyi döndüm. Yaşları 13-15 arası birkaç delikanlıyı gördüm, üstlerinde aynı üniforma. Bir büfenin önünde sigara içiyorlar. Selam verdim, “gençler  neden sigara içiyorsunuz?” dedim.
-Dertliyiz be amca, dediler.
-Yaşınız küçük değil  mi?
-“7-8 yaşında çocuklar bile içiyor” dedi biri.
-“Sigarayı sadece, büyükler   mi içer”  dedi  diğeri. “Anam,  babam, amcam, dayım, öğretmenim hepsi içer mesela”.
-Haklıydı genç, ama ben “yine de siz içmeyin” dedim.
- “Haklısın amca” dedi,  büfeci olduğu yerden çıkarak. “Bunlara sigara içmeyin diye diye dilimde tüy bitti. Biz bu meretten ne çekiyoruz.” dedi ve elindeki sigaradan bir nefes aldı. 
-“Evladım,  sen neden içiyorsun?” dedim.
Çocuklar  bir kahkaha  attılar.
-“Hem  içme dersin, hem de sigara satarsın” dedi biri.
Büfeci bozuldu, ya da ben  öyle düşündüm. “Siz de almayın oğlum” dedi,  hem borcunuzu ödeyin bakalım, hem okula gitmiyorsunuz her gün buradasınız. Kapıdan kovsam bacadan  giriyorsunuz. Büfeci, iki çift laf etti ya, açıldı  bir kere. Bozulmamış meğer, amca “bunların ne halt ettiğini bir ben  bilirim bir de şu  internet cafe  çalıştıran arkadaş” dedi.
-“Siz   niye okulda değilsiniz?”,  dedim.
-Amca, benim servisim geç kaldı, şimdi içeri girsem bir ton azar işiteceğim öğretmenden. En iyisi, hiç gitmeyeyim akşama servise biner eve dönerim.
-Benim devamsızlık doldu, okuldan nefret ediyorum,  hiçbir şey anlamıyorum. Ailem zorla yolluyor, zaten geçen sene de sınıfta kaldım. Buralar da geziyoruz.
-Bir biz değiliz amca, bir çok arkadaş  internet cafe, oyun  salonları, kahvelerde. Biz gene, sigara içiyoruz, tiner, bally kullanan arkadaşlar bile var. Hep ailelerimizin okuma sevdası yüzünden. Kendi adıma, bazı dersleri seviyorum, çalışayım diyorum. Sevmediğim bir dünya ders.   Mesela, ben marangoz olmak istiyorum. İlköğretimi  bitirdim bu okula  geldim sırf bunun için, ama ben kendi bölümüme seneye gidecekmişim. Yerine tam 15 ders görüyorum.
Çocuklar öyle  bir dertlenmişler ki yanlarından ayrıldığımı fark etmediler bile. İnternet cafeyi  merak  ettim. İçerde aynı yaşlarda birkaç genç vardı. Selam  verdim, kimse beni duymadı. Bir daha seslendim  yine tepki yok.  İyice dalmışlardı. Bari çıkayım dedim, kapıda “18 yaşından küçükler giremez” diye  bir yazı gördüm. Yanında da oyun salonu yazıyordu. Cafe sahibine “bu çocukları neden buraya alıyorsun yasak değil mi?” dedim.
-Ne  yapalım amca, maişet  kaygısı.
-Biri bu yaptığını senin çocuklarına yapsa  ne yaparsın?
-Ağzından yel alsın amca, o nasıl laf!
-Rüzgar eken fırtına  biçer evlat dedim ve oradan ayrıldım.  Kafamda onlarca soru oluştu,  bunlara cevap bulmaya çalışarken kol kola iki genç adamın hararetli bir şekilde  bir mesele konuştuklarını duydum. Her  bitirdikleri cümlenin ardında bu da benden misali  bir küfür. Durdurdum gençleri,  “iyi güzel konuşuyorsunuz da bu küfür nenin nesi” dedim.
-Alışmışız  be amca. Bu memlekette  küfür etmeyen  bulamazsın. Siz bizim gençliğimize verin.
Allah’tan çocuklar size ne deyip saldırmadılar. Onlardan sonra  bir iki küfür edeni daha duydum. Yerlere tükürenler, genç kızlara laf atanlar, çöpü rast gele ortalığa atanlar. Kaldırım üstünde oyun oynayan adamlar.  Sokak ortasında çocuğunu dövenler…
Şaşkınlığım karamsarlığa dönmeye başladı ki, ÖĞRETMEN EVİ  yazılı kocaman  bir levha gördüm. Hemen kendimi içeri attım. Girişte sağda okuma salonuna girdim. Sanki, buraya yıllarca girilmemişti, kitaplar yıllanmış, yıpranmış, tozlanmış. Örümcekler burayı yuva  edinmiş. Ben salonu incelerken, bir genç “buyur amca” dedi.
-Hiç, yavrum  kitap okuyayım dedim, ama pek müsait değil galiba. 
-Amca,  buraya kimse girmez. O yüzden biz de pek ilgilenmiyoruz. Genelde, günlük gazete sorarlar biz de onları oyun salonuna bırakırız. İsterseniz oraya  geçin, gazete okuyun.
Okuma salonunun 4-5  katı büyüklüğünde  kocaman   bir salona girdim. Birkaç gazeteye bakayım istedim. Gazete demeye  bin şahit ister bana verdikleri. Şimdi, anlatmayayım burada.
-“Dün  akşam oyun kim de kaldı, hoh hoh hoh” diyerek orta yaşlı biri girdi. Arkasından, üç arkadaş daha. Birkaç masa ilerimde bir masaya oturdular. “OKEY “ diye bağırdı  biri.   Beni oyun salonuna gönderen genç, bir takım getirdi. Yerinden kalktım, amacım oyuna başlamadan  içimi kurcalayan sorulara yanıt almaktı. Selam verdim, oturmak için müsaadelerini istedim. Kendimi anlattım.
- “Siz ne iş yapıyorsunuz?”dedim.
Kimi  emekli, kimi de faal  öğretmen olduğunu söyledi. Bu öğretmen evine hemen her gün geldiklerini, bir iki oyun çevirdikten sonra evlerinin yolunu tuttuklarını söylediler.
Sabah karşılaştığım sorunları anlattım, buraya da büyük  bir beklenti ile girdiğimi ancak yaşadığımın  hayal kırıklığı olduğunu söyledim.
-“Abi, valla  haklısın” dedi, genç bir öğretmen. Biz  elimizden geleni yaptık, baktık ki akıntıya karşı yüzüyoruz vazgeçtik.
-Biri “bu öğretmenin, öğrencinin çözeceği mesele değil. Çok derin” dedi.
-Siyasetçiler, dershaneciler bu işten nemalanıyor.
-“Dershane nedir?” dedim.
-Siz tabii bilmiyorsunuz. Ülkemizde dershanecilik diye bir sektör gelişti. Çocuklar, üzerinde adeta  bir  mahalle baskısı oluşturmuş durumda   şimdi. Çocuğunuzun arkadaşları dershaneye gidiyorsa sizin çocuğunuz ihtiyaç olsa da olmasa da gitmek istiyor ve gidiyor.
-Ne yapıyorlar orada?
- Ders anlatıyorlar, test çözüyorlar işte.
-Peki okulda ne yapıyorlar? Aynı şeyler okulda yapılamaz mı? Hem test ne demek?
- Okul,  neredeyse bu işi dershanelere  bırakmış durumda. Ya da kendileri de test çözüyor. Test ise örnek olsun diye söylüyorum. Amerika’yı kim keşfetti? sorusuna A) Christoph  Columb B) Graham Bell C) Edgar Elan Po D) Magellan şeklinde seçenekler  konulup   doğru cevap bulunur ve işaretlenir.
-İlahi, bir doğru için  üç yalan.
-Hoh, hoh, hoh. Abi  ben bu benzetmeyi ilk defa duyuyorum. Ama aynen öyle. Hatta,  ortaöğretimde 4 yalan   bir gerçek.
- Ama bazen de 3  gerçek  bir yalan.
- Desenize bu konuda  bir kitap yazılsa kitabın 4 sayfası yalan  biri gerçek.
- Ama, bundan ekmek  yiyenler var .
- Kardeşim,  “birileri ekmek yesin diye çocukların hayatını  karartılım. Deneyhane olsun dershane yerine. Çocukları yalanla uğraştırmasınlar. Bunun adı nedir, varın siz koyun” dedim ve kalktım. İyi  günler arkadaşlar dedim.
- “Abi bir çay isçeydin”,  dedi bir arkadaş ardımdan.
Ben kalkmıştım bir kere, şimdi anladım ağaçlar   neden küskün,  kuş sesleri neden kulak tırmalıyor, toprak, hava  pis. Çocuklar, sokaklarda. Eğitimi çıkmaza sokmuşlar memleketimde,  hem de eğitim   adı altında. Vah çocuklar, ağaçlar,  vah kuşlar  böcekler,   vah memleketim!





14 Ocak 2012 Cumartesi

Metrekareye Düşen Eğitim Oranı (2)

“Hoş geldiniz, hoş geldiniz. Aslında dış kapıda aynı anlamı  taşıyan “welcome” yazılı ama. Sebeb-i hikmetini açıklamak  malumun ilamı olacak ama  tekrar  bir şey kaybettirmez. Avrupa birliğine gireceğiz ya ondan. Bu  düşük oranlı bir ihtimal de olsa. Gerçi bunun bir  önemi yok,  biz zaten  Avrupalı sayılırız. Efendim, welcome tekrardan. Heyecanımı mazur görün çok konuştum. Ayakkabılardan  başlayalım isterseniz. Bunlar benim, şu gördükleriniz eşimin, şunlar da çocukların. Bir kızımız, bir de  oğlumuz var ellerinizden öperler. Hepi  topu 22  çift ayakkabı, yazı  var, kışı var, bayramı, seyranı var  nitekim. Kıyafetlerle uyumu ayrı bir öneme haiz. Salona geçelim. Halı, perde  ve koltuk takımının uyumu sizinde dikkatinizi çekmiştir. Bu renkleri bulana  kadar  ne çektik.  Bir   misafir salona girdi mi,   bütün  eşyalar onu  etkisi altına almalı. Eleştirecek bir şey  bulamamalı. “Hayırlı olsun, çok şık” dedikten sonra  bunları nerden aldınız dedirtemiyorsa bir eşya kaldır çöpe at. Haksız mıyım efendim, sen aylarca uğraş  bunları  bulacağım diye. Borçlan, takside gir. Adam aldığımız yeri bile sormasın. Ha, bu arada bu çiçeği yeni aldım. Canlı çiçeklerin  bakımı zor oluyordu, eşime bir sürpriz yapayım dedim.  Bu televizyonu da neden aldığımı birazdan  açıklayacağım. Oturma odasına geçelim. Şu   LED televizyonu bulana çok   müteşekkirim. Tv dediğin böyle olur. Bunun yanında 70 ekran flat TV’lerin siyah beyaz  dönemin karıncalı görüntülerinden farkı yok.  Şuna  bakın  ses harika, görüntü çözünürlüğü muazzam.  Bunu  alırken yanında da salondaki TV hediye demezler  mi, değmeyin keyfe  hemen paketleyin, akşama   maça yetişsin dedim.  Seyir keyfi o gün bu gündür hat safhada. Şeytan kulağına  kurşun uğurlu da geldi, daha bu LED geldiğinden beri maç kaybetmedik.Şu TV koltuğunun hakkını da yememek lazım. Maçlara, dizilere  bambaşka bir hava, renk kattı. Öyle değil  mi hanım? Diziler çakışmasa iyi ama salondaki her an emrimize amade. Nöbetleşe değişiriz hanımla, çocuklar zaten odalarında. Pek TV ile işleri yok, internet var, cep telefonu var. Burası da mutfağımız, mutlu bir ailenin temeli mutfakta atılır. Kalbe giden yol mideden geçer derler ya. Merak etmeyin obur değiliz, sağlımıza dikkat ediyoruz. Günlük ne kadar kalori tüketmemiz gerektiğini hesaplarız, 1800 kaloriden fazla almayız mesela. Soğutma için en kaliteli buz dolabını aldık efendim: No frost, enerji sınıfı A++, rengi iz bırakmayan inoks. Pek  bir şey anlamadınız sanki. Sağlık, enerji tasarrufu, temizlik bakımından en iyisi diyeyim kısaca.  Bulaşık makinemiz hijyen hassasiyetimize yanıt verecek durumda çok şükür. Fırınımızı geçen sene yeniledik. Yemekleri çok leziz, parmaklarınızı yersiniz valla. Şu da digital hassas kantarımız, sağlımıza dikkat ediyoruz demiştim. Bir  tartılayım. Ne! 300 gram fazlam var, yarından  tezi yok diyete başlıyorum. Çatal, bıçak, tencereden  bahsedelim, görüntü her şeyi anlatıyor. Bir programa  katılsam, birinci olurum bunlarla. Siz bir de benim yemeklerimi görseniz. Bir dahaki gelişinize sözüm olsun. Şimdi de çamaşır makinemizi görelim. Kıyafetler çok olunca  9 kiloluk ancak idare eder oldu. A sınıfı olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Kıyafetler demişken, şu gördüğünüz iki valiz kullanmadığımız kıyafetlerimiz. Bunları verecek kimse  yok, tanıdığınız  birileri varsa kargoyla  adreslerine  yollayalım. Öyle giyilmeyecek değil, biz yenilerini alınca kullanmıyoruz o kadar. Modaya uygun değil yani.  Çoğunluğu  çocukların, bir giydiklerini bir daha  giymiyorlar neredeyse. Pişti olma derdi de var.  Maşallah dolaplarına sığmıyor. Zaten şimdi çocuk odasına  gidiyoruz. Merhaba, çocuklar, ne yapıyorsunuz? Hey size, sesleniyorum, misafirimize  hoş geldiniz deyin bakalım. Zavallılar o kadar dalıyorlar ki. Hayat koşuşturması  işte. Okul, dershane, ödevler derken. Allah’tan şu teknoloji var da, işler kolaylaşıyor. Arkadaşlarıyla kolaylıkla haberleşiyorlar, şu anda da kesin ders çalışıyorlardır net üzerinden.  Bakın oğluma, elleri nasıl da hareket ediyor. Bir yandan  bizi dinliyor, bir yandan  mesaj atıyor. Zaman  kaybetmemek lazım tabii. Biz de ebeveyn olarak en kalitelisinden telefon aldık, kampanyadan faydalandık. Bir alana bir bedava. Bir de bir yıllık mesaj hakkı bedava. Ne iyi insanlar var,  bu devirde baba oğluna yapmaz bunları. Gördüğünüz üzere ikisini de ayrı  bilgisayar  aldık, zaman çakışmasın diye. Sınırsız internet işlerin büyük kısmını  hallediyor. Ne büyük kolaylık, ne büyük kolaylık! Eskiden neydi,  onlarca kitap karıştırırdık, gene de istediğimizi bulamazdık. Kitap demişken, şu da kitaplığımız. Şu üsttekiler çocukların ders kitapları, şunlar test kitapları. Roman, hikaye kitabı eksiğimiz var. Okumak lazım, yoğunluktan bizim  pek fırsatımız olmuyor. Çocuklara hala böyle bir  alışkanlık kazandıramadık maalesef. Şu gördüğünüz kılıf içindeki kitap da dedemden miras. Rahmetli her sabah kalkar okurdu. Vah dedem, şimdi biz bırak okumayı, sabahları kalkamıyoruz bile. Efendim, dedemi hatırlayınca duygulandım, lütfen beni affediniz. Anlatacaklarımız bu kadar. Bye efendim, good bye. Yine bekleriz.