Yıllardır ülkeme duyduğum özlemimi dün akşam sonlandırdım. Toprak çeker derler adamı ya, beni de çekti, bavulumu topladığım gibi kaçtım, geldim. Geceyi biraderin evinde geçirdim. Hasretiyle yandığım toprağımı gündüz gözüyle bir göreyim istedim. Ev ahalisi uyanmadan bir kaç şey atıştırdım, attım kendimi sokağa. Ama, bir şeyler garip geldi. Hava eskisi gibi mis değil, bir zamanlar koktuğunda içimde yeme hissi uyandıran toprak bir garip, ağaçlar küskün, kuşların sesi kulak tırmalıyor. Şaşırdım, yaşlılıktandır dedim. Düşünceler içinde küçük adımlarla yürürken, işittiğim bir sesle irkildim. Biri bağırıyordu uzaklardan, belli ki mikrofondan geliyordu ses “Dinlee, oğlum. Kızım, sana sesleniyorum. Hey, anlamıyor musun? İçinde hakaret ve küfürler olan bu sesi çok yadırgadım. Meraklandım, ilerde birkaç çocuk gördüm. Hızla yanlarına vardım, günaydın, gençler dedim.
-“Bu ses nerden geliyor?”dedim.
-Çocuklar şaşırmış gibiydiler. İşaret parmağıyla göstererek “şuradaki okuldan amca” dediler. Orada, sur gibi bir duvar gördüm. “Burada okul mu var?”diye sordum.
-Evet, dediler.
-“Peki bağıran kim?” dedim
- İdarecilerden biridir, ya da bir öğretmen.
-“Neden?” dedim.
-Öğrenciler ya sırada gürültü yapmışlardır, ya sırayı bozmuşlardır. Ya da, bağıran bir sebep bulmuştur.
-“Neden sıra oluyorsunuz?” diye sordum.
-Amca, sen yabancısın galiba biz bunları her gün yaşıyoruz, şimdi acelemiz var kusura bakmayın gitmemiz lazım dediler, bizi de zaten geç kalanlar sırasına alırlar.
-“Affedersiniz çocuklar, sizi tuttum” dedim. Çocuklar giderken, zavallı amca der gibi baktılar bana.
Şaşırmıştım, yürüyerek köşeyi döndüm. Yaşları 13-15 arası birkaç delikanlıyı gördüm, üstlerinde aynı üniforma. Bir büfenin önünde sigara içiyorlar. Selam verdim, “gençler neden sigara içiyorsunuz?” dedim.
-Dertliyiz be amca, dediler.
-Yaşınız küçük değil mi?
-“7-8 yaşında çocuklar bile içiyor” dedi biri.
-“Sigarayı sadece, büyükler mi içer” dedi diğeri. “Anam, babam, amcam, dayım, öğretmenim hepsi içer mesela”.
-Haklıydı genç, ama ben “yine de siz içmeyin” dedim.
- “Haklısın amca” dedi, büfeci olduğu yerden çıkarak. “Bunlara sigara içmeyin diye diye dilimde tüy bitti. Biz bu meretten ne çekiyoruz.” dedi ve elindeki sigaradan bir nefes aldı.
-“Evladım, sen neden içiyorsun?” dedim.
Çocuklar bir kahkaha attılar.
-“Hem içme dersin, hem de sigara satarsın” dedi biri.
Büfeci bozuldu, ya da ben öyle düşündüm. “Siz de almayın oğlum” dedi, hem borcunuzu ödeyin bakalım, hem okula gitmiyorsunuz her gün buradasınız. Kapıdan kovsam bacadan giriyorsunuz. Büfeci, iki çift laf etti ya, açıldı bir kere. Bozulmamış meğer, amca “bunların ne halt ettiğini bir ben bilirim bir de şu internet cafe çalıştıran arkadaş” dedi.
-“Siz niye okulda değilsiniz?”, dedim.
-Amca, benim servisim geç kaldı, şimdi içeri girsem bir ton azar işiteceğim öğretmenden. En iyisi, hiç gitmeyeyim akşama servise biner eve dönerim.
-Benim devamsızlık doldu, okuldan nefret ediyorum, hiçbir şey anlamıyorum. Ailem zorla yolluyor, zaten geçen sene de sınıfta kaldım. Buralar da geziyoruz.
-Bir biz değiliz amca, bir çok arkadaş internet cafe, oyun salonları, kahvelerde. Biz gene, sigara içiyoruz, tiner, bally kullanan arkadaşlar bile var. Hep ailelerimizin okuma sevdası yüzünden. Kendi adıma, bazı dersleri seviyorum, çalışayım diyorum. Sevmediğim bir dünya ders. Mesela, ben marangoz olmak istiyorum. İlköğretimi bitirdim bu okula geldim sırf bunun için, ama ben kendi bölümüme seneye gidecekmişim. Yerine tam 15 ders görüyorum.
Çocuklar öyle bir dertlenmişler ki yanlarından ayrıldığımı fark etmediler bile. İnternet cafeyi merak ettim. İçerde aynı yaşlarda birkaç genç vardı. Selam verdim, kimse beni duymadı. Bir daha seslendim yine tepki yok. İyice dalmışlardı. Bari çıkayım dedim, kapıda “18 yaşından küçükler giremez” diye bir yazı gördüm. Yanında da oyun salonu yazıyordu. Cafe sahibine “bu çocukları neden buraya alıyorsun yasak değil mi?” dedim.
-Ne yapalım amca, maişet kaygısı.
-Biri bu yaptığını senin çocuklarına yapsa ne yaparsın?
-Ağzından yel alsın amca, o nasıl laf!
-Rüzgar eken fırtına biçer evlat dedim ve oradan ayrıldım. Kafamda onlarca soru oluştu, bunlara cevap bulmaya çalışarken kol kola iki genç adamın hararetli bir şekilde bir mesele konuştuklarını duydum. Her bitirdikleri cümlenin ardında bu da benden misali bir küfür. Durdurdum gençleri, “iyi güzel konuşuyorsunuz da bu küfür nenin nesi” dedim.
-Alışmışız be amca. Bu memlekette küfür etmeyen bulamazsın. Siz bizim gençliğimize verin.
Allah’tan çocuklar size ne deyip saldırmadılar. Onlardan sonra bir iki küfür edeni daha duydum. Yerlere tükürenler, genç kızlara laf atanlar, çöpü rast gele ortalığa atanlar. Kaldırım üstünde oyun oynayan adamlar. Sokak ortasında çocuğunu dövenler…
Şaşkınlığım karamsarlığa dönmeye başladı ki, ÖĞRETMEN EVİ yazılı kocaman bir levha gördüm. Hemen kendimi içeri attım. Girişte sağda okuma salonuna girdim. Sanki, buraya yıllarca girilmemişti, kitaplar yıllanmış, yıpranmış, tozlanmış. Örümcekler burayı yuva edinmiş. Ben salonu incelerken, bir genç “buyur amca” dedi.
-Hiç, yavrum kitap okuyayım dedim, ama pek müsait değil galiba.
-Amca, buraya kimse girmez. O yüzden biz de pek ilgilenmiyoruz. Genelde, günlük gazete sorarlar biz de onları oyun salonuna bırakırız. İsterseniz oraya geçin, gazete okuyun.
Okuma salonunun 4-5 katı büyüklüğünde kocaman bir salona girdim. Birkaç gazeteye bakayım istedim. Gazete demeye bin şahit ister bana verdikleri. Şimdi, anlatmayayım burada.
-“Dün akşam oyun kim de kaldı, hoh hoh hoh” diyerek orta yaşlı biri girdi. Arkasından, üç arkadaş daha. Birkaç masa ilerimde bir masaya oturdular. “OKEY “ diye bağırdı biri. Beni oyun salonuna gönderen genç, bir takım getirdi. Yerinden kalktım, amacım oyuna başlamadan içimi kurcalayan sorulara yanıt almaktı. Selam verdim, oturmak için müsaadelerini istedim. Kendimi anlattım.
- “Siz ne iş yapıyorsunuz?”dedim.
Kimi emekli, kimi de faal öğretmen olduğunu söyledi. Bu öğretmen evine hemen her gün geldiklerini, bir iki oyun çevirdikten sonra evlerinin yolunu tuttuklarını söylediler.
Sabah karşılaştığım sorunları anlattım, buraya da büyük bir beklenti ile girdiğimi ancak yaşadığımın hayal kırıklığı olduğunu söyledim.
-“Abi, valla haklısın” dedi, genç bir öğretmen. Biz elimizden geleni yaptık, baktık ki akıntıya karşı yüzüyoruz vazgeçtik.
-Biri “bu öğretmenin, öğrencinin çözeceği mesele değil. Çok derin” dedi.
-Siyasetçiler, dershaneciler bu işten nemalanıyor.
-“Dershane nedir?” dedim.
-Siz tabii bilmiyorsunuz. Ülkemizde dershanecilik diye bir sektör gelişti. Çocuklar, üzerinde adeta bir mahalle baskısı oluşturmuş durumda şimdi. Çocuğunuzun arkadaşları dershaneye gidiyorsa sizin çocuğunuz ihtiyaç olsa da olmasa da gitmek istiyor ve gidiyor.
-Ne yapıyorlar orada?
- Ders anlatıyorlar, test çözüyorlar işte.
-Peki okulda ne yapıyorlar? Aynı şeyler okulda yapılamaz mı? Hem test ne demek?
- Okul, neredeyse bu işi dershanelere bırakmış durumda. Ya da kendileri de test çözüyor. Test ise örnek olsun diye söylüyorum. Amerika’yı kim keşfetti? sorusuna A) Christoph Columb B) Graham Bell C) Edgar Elan Po D) Magellan şeklinde seçenekler konulup doğru cevap bulunur ve işaretlenir.
-İlahi, bir doğru için üç yalan.
-Hoh, hoh, hoh. Abi ben bu benzetmeyi ilk defa duyuyorum. Ama aynen öyle. Hatta, ortaöğretimde 4 yalan bir gerçek.
- Ama bazen de 3 gerçek bir yalan.
- Desenize bu konuda bir kitap yazılsa kitabın 4 sayfası yalan biri gerçek.
- Ama, bundan ekmek yiyenler var .
- Kardeşim, “birileri ekmek yesin diye çocukların hayatını karartılım. Deneyhane olsun dershane yerine. Çocukları yalanla uğraştırmasınlar. Bunun adı nedir, varın siz koyun” dedim ve kalktım. İyi günler arkadaşlar dedim.
- “Abi bir çay isçeydin”, dedi bir arkadaş ardımdan.
Ben kalkmıştım bir kere, şimdi anladım ağaçlar neden küskün, kuş sesleri neden kulak tırmalıyor, toprak, hava pis. Çocuklar, sokaklarda. Eğitimi çıkmaza sokmuşlar memleketimde, hem de eğitim adı altında. Vah çocuklar, ağaçlar, vah kuşlar böcekler, vah memleketim!