Bu yazının mesele
zam olunca her şeyi bir kenara bırakıp
grev konusunda uzlaşanlara aykırı bir
duruşu olacak.
Memur olana kadar
türlü sıkıntılar çektim, maddi anlamda.
Öğrenim hayatımda hiç kayıp senem
olmamasına karşın, özellikle üniversite yıllarım hiç geçmek bilmedi. Ailemden,
her an para istemek işkence gibi gelirdi. Ben istemeye
utanırdım, babam üniversiteye giden oğluna
verdiği az paraya utanırdı. Anam, babam, ablam, ağabeylerim kim bilir
kaç kez geceleri uyuyamadılar benim
için. Anam, yüzüğünü sattı, çocuk aç kalmasın diye. Bir de
terörist olmamdan korkardı, anam.
Nedenini hala anlamam.
Benden küçük kardeşlerimin hakkını yedim. Özellikle en
küçüğümüz, sadece yol harçlığıyla yollanırdı, 20 km uzaklıktaki okuluna. Belki,
doya doya çikolata yiyemedi çocukcağız.
Sonra, ailenin
ilk memur çocuğu oldum. Benim, memuriyetimle sıkıntılarımız hafifledi.
İnşallah, aileme haklarını ödeyebilmişimdir.
Memur olmak, siz
de nasıl bilmem ama biz de sırt devlete dayanmış ya. “İşler ayna, çal çal oyna”
misali karşılanır. Bayramlarda, memurlu
evlerin şekeri, ikramı bambaşka olur. Memur, özel hürmet görür. 9 yıllık
memuriyet hayatımda, bir gün olsun aldığım maaştan şikayetçi olmadım.
Bu yüzden, dedemin yanında
ayrı bir yerim var, “bir hoca
Musa şükür eder, bir de şu bizim
torun diye gururlanır” dedem benimle.
Ona göre, “memurun gözü doymaz, dünyayı
versen gözü doymaz.” Bu ifadeye çok katılmam, çünkü tıpkı
benim ailemin çektiği sıkıntıların aynısını çektiğini bildiğim
memur arkadaşlarım olduğunu biliyorum. Bu konuda, devletin üniversite
okuyan tüm kardeşlerimize bir çözüm
getirmesi gerek. Ankara, İstanbul gibi
büyük şehirlerde çalışan
memurların halini görmezlikten gelmek insafsızlık olur. Bu ve buna benzer kriterler ele alınarak düzenleme
yapılmalı.
Memurlar açık
yüreklilikle son bir yılda ülkeye yüzde
kaç katkı yaptıklarını belirtsinler ona göre zam istesinler.
Kendi adıma
istemiyorum. Bu sene belki tek kelime İngilizce öğretmeden dünyanın
parasını aldım. Performansım öğrencilerime sorulabilir. Bunda tek suçlu
olmadığımı yedi düvel biliyor ama kimse gıkını çıkarmıyor.
NEDEN ZAM
İSTEMİYORUM ?
Milli Eğitim Bakanlığı’nın
veli- öğretmen ilişkileri kapsamında
uygulamaya koyduğu aile ziyaretleri çerçevesinde, okuluma 30 km uzaklıkta bir öğrencimin ailesini ziyaret ettim. Bu
aile sıvasız bir evde yaşıyor. Oturmak bir çekyatları dahi yok. Bir sedirde
oturduk. Yataklarını oturma odasına
koymuşlar, muhtemelen ana- baba iki oğul
aynı oda da yiyor, içiyor ve yatıyor. Bunca yokluğa rağmen, çayları ve
muhabbetleri sımsıcaktı.
Benzeri
ziyaretlerin aile hekimliği dahilinde
doktorlarda ve yaşlı ve özürlülere
verilen maaşlar için PTT
çalışanlarında olduğunu biliyorum. Şimdi
onlara soralım: Tüpü olmayan, saç
ayağında, tıngır üstünde yemek pişiren ailelere rastladınız mı?
Bu yüzden zam istemeye benim yüzüm yok.
Bu bizim suçumuz değil biliyorum. Bizden çok
iyi halde olanlar var, belki bizi sömürenler var. Onlarda
bizim hakkımız varsa, fakir
fukaranın da hakkı var. İstiyorsak, herkes için isteyelim.
AYTEKİN
Aytekin, 2007
yılında Otomotiv öğretmenliği bölümünden
mezun olur. İlk üç yıl vekil öğretmenlik
yapar, olmaz. 4. yılında zengin bir müteahhidin şoförü olur. 1100 maksimum 1200 lira karşılığında, gecesi gündüzü belli olmayan bu
işte çalışmak Aytekin’i yorar. Patronun her dediği bu kardeşimize dokunur.
Aytekin,
kendisini arayan bir dostuna dertlenir. “Bana iş bul, ne iş olsa yaparım yeter ki buradan
kurtulayım.” der.
Arkadaşı,
dayısının, marketinde çalışmak üzere dürüst
bir eleman aradığını söyler. Normalde asgari ücrete çalıştırılan işe 900
liraya Aytekin için anlaşma sağlanır. Sıra, aile bireylerine danışmaya gelir.
Ana, baba feryat figan. Biz seni bu günler için mi okuttuk? 60 yaşındaki babası
“ben seni hep masa başında hayal ettim” der, ağlar, ağlar.”
Ülkemizde yüz binlerce gencin bu halde olduğunu biliyoruz. Şunu merak ediyorum.
Acaba, Aytekin memur olsa bu gün greve gider
miydi?