27 Haziran 2012 Çarşamba

Eşini AVM'de Unutan Adam!


Karı- koca evlerine 30 km uzaklıkta bir alışveriş merkezine giderler.
Adam eve döner. Kapıyı çalar.  Kimse yok.  
Eşini AVM’de unuttuğunu hatırlar.

Durun,  adamcağıza methiyelerinizi (!) düzmeden,  bir beyin fırtınası yapalım.

Çift yeni evlenmiş olabilir;  değilse bile  beyefendi  alışverişe hep yalnız gitmiş olabilir. Duruma alışık olmayabilir.

Beyefendiye, acil telefon gelmiş olabilir. Alış veriş merkezinden  eşine haber  vererek ayrılmıştır ancak telefondaki acil durum, uzun zaman almış olabilir, adam evine ulaşıncaya kadar eşi aklına gelmemiştir.

Adamın ciddi bir sağlık sorunu olabilir. Hafıza, kaybı yaşamış olabilir. Ya da,  bir hastalığın ilk  belirtileri görülmüş olabilir.

Adamın ciddi ekonomik  sorunları olabilir ve eşinin durumdan haberi yoktur.

Olay  çiftin hayatında alışagelmiş bir durum olabilir.

Sebebi ne olursa olsun bu olay yaşanmıştır.

Bir dostumdan duyduğumda sebebini-sonucunu  hiç sormadım.

Yaşanan olayı da , sadece “farklı” olduğu için buraya taşıdım.  Bildiğimiz farklılıklara bir yenisini daha  ekleyelim.

Muhtemelen  siz unutkanlığı bu boyutuyla  hiç yaşamadınız. İlk  kez duyma ihtimalinize karşı sözlerinizi sona bırakmanızı istedim. Belki, biraz “empati” duygularınızı, kelimelerimizi  yumuşatır diye düşündüm.

Bu,  belki  kendimiz gibi olmayana  tahammül sınırlarımızı  genişletme adına  bir fırsat olabilir.

Sınırlarını belirlediğimiz her kalıbın  bizi bir “farklılık” ile  karşıladığı şu dünyada hayal dünyamızı farklılıklara karşı hep hazır tutmalıyız. Bazen, o farklıların gözünden  dünyaya bakıp kendi farkımızı görmeliyiz.

Onlara, varsınız demeyi bilmeli. Varlıklarını sümen altı ederek, yahut onların aleyhinde konuşarak  sorunları büyütmemeliyiz. 

Zaten  “yok” dediklerimiz varlıklarıyla dünyamızı bize dar etmiyor mu?

Son söz, başkalarının güzelliğini  görememek kişiye çirkinlik olarak yeter.












20 Haziran 2012 Çarşamba

Perhiz ve Turşu


Perhiz: Eğitim şart. İnsan eğitilmeli. Turşu: Bırak bu teraneleri. Adamın var mı senin? Bu memlekette siyasetin çözemeyeceği bir şey yok. Dur ben falanca tanıdığı bir arayayım.
Perhiz: Arkadaş işimi yapıyorum. Babam olsa ceza yazarım. Turşu: Anlaşıldı abi. Sen hiç merak etme, o işi halloldu bil. Valla, iyi zamanda aradın, sen.  Bu işi babam olsa yapmazdım. Abi, senin hatırın var.
Perhiz: Şu küfürbazları hiç sevmem. Adamlar vara yoğa    küfür ediyor arkadaş. Turşu: gel de  sen şimdi sövme. Size, bir şey anlatayım, bana hak  vereceksiniz. Adamın  biri çok küfür ediyormuş, bunu mahkemeye   vermişler. Mahkemede hakim tam karar verecekken kapı çalar, adamın  biri. “Hakim bey, karım öldü, acaba kaynanamla evlenebilir miyim? “  demiş. Tabii, bizim  küfürbaz dayanamamış,  basmış küfrü  ve eklemiş: Hakim, bey işte   ben böylelerine küfür ediyorum. Hakim, tabii adamı serbest  bırakmış.  Bizimki de böyle bir  şey. Bazen,  sövmek gerekiyor. Yavrum, hadi sen şu amcaya bir  küfür et bakalım.
Perhiz: Kitap okumak  benim  için bir hobi. Okudukça insanın ufku açılıyor. Kelime dağarcığın artıyor. Güzel şey kitap okumak. Turşu: İnan vaktim olmuyor kitap okumaya. İş, güç elim bir türlü değmiyor. Haberlere bak, dizi izle derken, bakıyorum uyku vakti gelmiş. En son neyi okumuştum, bir dakika. Macera dolu bir kitaptı, yazarını hatırlayamadım bak şimdi. İyisi mi ben yarın söyleyeyim adını.
Perhiz:  Biz de müslümanız, elhamdulillah. Turşu: Yavrum, maşallah, namazını bellemişsin. Ama, bak aşırı gitme. Namazını  kıl yeter. Bizim, kalbimiz temiz.
Perhiz: İnsanlar kahvede ne yaparlar anlamam. Turşu: Azizim, benim öyle oyun alışkanlığım yok. Bazen,  çayına oynarız  arkadaşlarla. Dünkünü soruyorsan, kahvenin önünden geçiyordum. Kadim  bir dostumu gördüm. Bir çay içelim derken, masada dördüncüleri eksikmiş. Bir el çevirelim dedik.  Baktım, akşam olmuş. Tabii, hanım da söylendi biraz.
Perhiz: Demokratik  bir ülkede yaşıyoruz. Herkes hür. Turşu:  Bu kadar da olmaz canım. Sen kim oluyorsun da bunları söylüyorsun.  Sen benim kim olduğumu  biliyor musun? Önce adam ol, haddini  bil.

Ey ! Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyen.
Uzaklara gitme, lütfen.
Perhiz de  ben, turşu da ben.
Her ben de  var bir sen.


4 Haziran 2012 Pazartesi

Kürtler Hindistan'da Olsa...


Dravitler…
Aryalar…
Metanniler..
Düşünelim, annemiz yaşında bir kadın bir  televizyon dizisinde  rolü  gereği bizim yaşımızdaki çocuğu tarafından  üzülmekte…
Bir çocuk okulda akademik  anlamda başarısız  diye  öz  anne babası tarafından  hor görülmekte… Amca , dayı, hala, teyze ne kadar hısım varsa aynı sebepten çocuğa yüklenmekte…
Sınırlı  bir bütçesi olan adamın karısı aklına düşeni satın almak istiyor ve zavallı adamın başının etini yemekte…
Bir kadın düşünelim,  kocası kahveden, oğlu internet cafeden , kızı  güzellik salonundan dışarı çıkmıyor, kadın  için için erimekte…
Bir kız kendi öz babası tarafından satılmakta…
Senaryoların her  birinde  bir mazlumunuz olduğundan eminim.  Karar vermek  kolaydır çünkü taraflı bakmak zorunda değilizdir hiçbirinde. Her şey   bütün sadeliğiyle ortada…Biz  yokuz ya işin içinde.
Anneyi üzen biz olsak, “hatalıyım” diyebilir miyiz?
“Uzakta” mazlum ilan ettiklerimizin “yakında” bizzat zalimi biz oluveririz. Ama,  biz her zaman en yakınımızdakilerle sınav halindeyiz.
Milletler de öyle.
Kürtler…
Türkler…
Araplar…
Girişte adı geçen, Dravitler, Aryalar, Metanniler, bize oldukça uzak Hindistan’da yaşayan üç ayrı  topluluk.
Size nokta kadar anlam ifade etmedi değil mi? . Bir anlamı olsa bile,  asla olumsuz  değildir.
Ama, Kürtler, Türkler, Araplar deyince  bu coğrafyanın  insanı olarak kine, öfkeye dönük ne varsa  dökmeye  başlarız. Hepimizde yaşanmışlıklar vardır.
Oysa, Kürtler Hindistan’da olsa bir Türk için Dravitler kadar manasız olurdu.
Türkler Amerika’da yaşasa belki Kürtler birlikte yaşadığı milleti Türklere şikayet ederdi.
Kürtler  Japonya’da  yaşasa Tükler onları dost  millet ilan ederdi.
Uzakları yakınlaştırmaya çalışırken, yakınlarımızı uzaklaştırıyoruz.
Oysa , uzaklara hep yakınlardan gidilir.