25 Nisan 2012 Çarşamba

Metrekareye Düşen Eğitim Oranı (1)

“Metrekareye Düşen Eğitim Oranı”  isimli yazımı okuyan dostlarıma “az yazılmış”  hissi vermişsem o yazım içim başarıya ulaştığımı belirtmek isterim. Herkesin kendinden bir parça gördüğü, zaman zaman “eyvah yakalandık bu adam”  benden  mi bahsetmiş dedirten o yazıdan sonra bu yazıda da kendimizi görüp  bulacağız. Kaç kişiye ulaşır, bilmem ama okuyacağınız satırlar, ulaşan büyüklerimin “adam haklı arkadaş” demekten öte bir şeyler yapacağını umut ederek  kaleme alınmıştır.
Bu yazıda ana babalık görevini layıki ile yerine getiren büyüklerimin affını istiyorum.

Eğitimi sadece okullara sıkıştıran, bu memlekette  eğitimin olmadığını her meclisinde ağzına sakız eden ana babalar olarak eğitime  hangi katkıyı sağladığınızı merak ederim. Kendimi de  bu güruhun içine katarak “biz” diyerek devam edeyim.

Biz çocuğumuzu akademik    başarısına  göre severiz . İspatı: Matematiği iyi yapan çocuğa, “zehir gibi kafası” var, Allah bağışlasın derken,  4 yıl üst üste SBS kursuna giden bu sınav denemelerinde sınıfında sondan 3. 4. olan ancak okulunda  bilgisayarın bütün arızaları  için  öğretmenlerinin başvurduğu öğrenciyi de mahcup  bir edayla “ne yapalım bu da böyle işte ” diye resmederiz.

Diğer çocuklarımızın üniversite okumalarını anlatırken ağzımız ballanırken, kuaförlüğe merak sarmış kızımızın 9 zayıfı olmasına  rağmen illa büyükleri gibi okumasını istemeyi bir  mecburiyet addederiz.  Bu yavrucağı,  “okuyacaksın değil mi yavrum, söz mü” gibi ifadelerle teslim olmaya zorlayıp, Çarşamba’dan sonra Perşembe’nin gelişi kadar  net bir sonuçla karşılaştığımızda da sızlanırız.

Daha oyun çağındaki zavallı yavruların renkleri bilmemesi,  bilse karıştırmalarını, komşu çocukları gibi 10’a kadar  sayamamalarını gurur meselesi yapar, umduğumuzu bulamayınca yavrumuza  bakışımız bu “geri zekalı yahu” modunu alır. Okula  yeni başlayan yavruların, yazı yazmada gecikmesini Kıyamet alameti görür, “eyvah ne yapacağız şimdi” diyerek bildiğimiz psikologun kapısını çalarız. Adamın, bu çocuk normal, biraz sabredin çocuğunuzun bir şeyi yok
demesini “işi bilmiyor”  şeklinde yorumlarız. Psikologa gitmeyenlerimiz de “bu  çocuk sizin sülaleye çekmiş” kavlinden sözlerle zekaca eşinden üstün olduğunu  ispatlamaya  çalışır.
           
Yine oyun çağındaki çocuğumuzun 3 yalan 1 doğru üzerine kurulu SBS hazırlık  testlerinde 60 soruda bir iki yanlış yapması, çocuğun eşler arasında çekim bakımından  paylaşılamaması anlamına gelir. Dedim  ya biz  çocuğumuzu akademik başarısına göre severiz.
           
Çocuğumuza karşı sevgimiz her şeye rağmen 6. sınıfa kadar kesintili devam etse de 8. sınıfta yapılan “meşhur sınavla” son  nefesi verme aşamasına gelir. Çünkü, çocuk “şu seçkin” okullardan herhangi  birine yerleşememiştir. Artık,   büyük ihtimalle doktor, mühendis, öğretmen  olamayacaktır. Meseleyi, bu noktaya  kadar getirmemin sebebi bir sonraki  cümlede. Bu OĞLUUM DOKTOOR, BU OĞLUM ÖĞRETMENN, BU MÜHENDİSS dedikten sonra şu da okumadı  bizim yanımızda bağ,  bahçe işleri ile uğraşıyor,   “okumadı” derken   bile akademik başarı odaklı sevgimiz hatırlanıla. Yeniden noktanın öncesine dönersek, çocukları  başarılı olan aileler olarak okulların kapılarını aşındırırken (çünkü çocuk bizi mahcup etmez), hiç değilse bir meslek sahibi olsun diye yolladığımız okullardaki yavrularımızı hiç görmesek mutlu oluruz. Bize göre, çocuk artık  ele avuca sığmaz olmuş, bütün  öğretmenlerin dertlendiği biri haline gelmiş. Tabii, bu aşamaya kadar hiç suçumuz olmadığı(!) için önümüze sunulan seçeneklerden “ne  hali varsa  görsün”   şıkkını işaretleriz. Oysa, kendi haline bıraktığımız yavrularımız,  belki ömürleri boyunca hiç çekmeyecekleri sıkıntılarla gırtlak gırtlağa iken biz yok oluruz. Onları en fazla sevmemiz gereken zamanda sırtımızı döneriz. Hem de hiç biri bize doğumlarında DOKTOR, ÖĞRETMEN olacağım ya da OKUYACAĞIM  vaadinde bulunmamışken.
           
           
           
           


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder